Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Suriye Cumhuriyeti Bir Alevi Devleti midir?
#1

Bir Yalan Ne Kadar Sürdürülebilir : Suriye Cumhuriyeti Bir Alevi Devleti midir?

Suriye’de devleti Alevilerle özdeşleştirmek oradaki siyasal birliği çözmek için bulunmaz fırsatlar yaratıyor. Ayrıca toplumun geniş bir kesimi olan Sünni Müslümanlardan rejime karşı muhalefet edecek önemli bir güç elde etmeyi kolaylaştırıyor. Türkiye açısından ise siyasal İslam’ın bu tür bir özdeşleştirmesi kendi savaş politikasına geniş bir destek sağlamak gibi bir amaca hizmet ediyor. Suriye devletinin bütün günahlarını Alevilerin sırtına yüklemeye varacak denli söylemlerin Türkiye’de yarattığı/yaratacağı etkiler üzerine daha fazla düşünmek gerekmektedir.

Sabbahali Aydın/ www.ozgurüniversite.org

Suriye’de şiddet olaylarının başlamasıyla birlikte çok sık duyduğumuz kavramların başında “Nusayrilik” ve “Alevilik” yer almaktadır. Bunlar daha çok “Suriye’de Nusayri zulmü”, “Nusayri-Alevi azınlığın diktası”, “Alevilerin egemenliğindeki Suriye ordusu, istihbaratı, velhasıl Suriye devleti” “kâfir Nusayri askerlerin tecavüzleri” vb. tespitlerde dile getirilmektedir. Türkiye’de AKP hükümetinin en üst düzeyindekiler[1] de dâhil, özellikle İslamcı kesimlerde bu yönde yaygın bir söylem bulunmaktadır. Bugün Alevilere-Nusayrilere ilişkin gittikçe yükselen bir nefret söylemiyle karşı karşıyayız. Bu topluluklara inançlarından, değerlerinden ötürü hakaret, küfür ve tehdit yağdırılıyor. “Kendinize gelin, yoksa biz size göstereceğiz” şeklinde parmaklar sallanıyor. Tabi bu parmak sadece Nusayri olarak adlandırılan Arap-Alevilere değil, bütün Alevilere sallanıyor.

Suriye’de olayların başlamasının üzerinden 1 yıldan fazla bir süre geçti. Bu süreçte gerek dünya medyasının gerek aynı kaynaklardan beslenen Türk medyasının uydurduğu yalanların haddi hesabı yoktur. Her ağzını açan korkunç bir katliama maruz kalan masum muhaliflerden bahsediyor. Olayların başlangıcına bakıldığında, sol, demokrat ve seküler güçlerin de gösterilerde yerini aldığı görülmektedir. Fakat uzun zamandır Suriye’de rejim değişikliğini gerçekleştirmek isteyen emperyal güçlerin Suriye’deki muhalif gösterileri kısa zaman içinde manipüle ederek sokağı terörize etmesinin ardından bu sol, demokrat güçlerin büyük ölçüde sokaklardan geri çekildiğini görmekteyiz. Sokaklar dış destekli silahlı grupların şiddet eylemlerine sahne olurken, bunu, kendilerine demokrat diyen bazı çevreler dahi tersinden anlatmakta ısrarcı olmuştur. Ve bütün bu kesimler durmak bilmez biçimde Suriye’ye müdahale çağrıları yapmıştır. Tabi herkesin kaygısı “insani”! Herkes mazlum Suriye halkını kana doymaz seffahların elinden kurtarmak istiyor!

Meseleye emperyalizmin gözlüklerinden bakmayanlar, gerçekten insani ve ahlaki kaygı güdenler, baştan beri, gelişen olayların mahiyetini, ne anlama geldiğini anlamışlardı. Bunun üzerinde fazla durmayacağım. Asıl olarak üretilen yalanlar içinde başat bir tanesiyle ilgileneceğim burada. Bugün her türlü kötülüğü yapan/yapabilecek bir rejim olarak şeytanlaştırılmış Suriye’deki rejim Alevilerle özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Tabi bu Suriye için yeni bir durum değil. Yıllarca Müslüman Kardeşler bunu yapmaya çalıştı. Kimin kardeşi oldukları şaibeli olan bu fanatik topluluk, başta Aleviler olmak üzere, kendi (fanatik) İslami yaklaşımlarına uzak bütün kesimlere karşı savaş çağrıları yaptı ve devletin çeşitli kademelerinde yer alan Alevilere ve seküler şahsiyetlere karşı kanlı saldırılar düzenledi. Müslüman Kardeşler denilen silahlı örgüt bugün de aynı çağrıları yapmakta ve kanlı eylemlerini sürdürmektedir.

Peki, durum gerçekten nedir? Devlet küçük bir azınlığın elinde midir? Suriye devleti Alevilerin egemenliğinde olan bir diktatörlük müdür? Bu sorulara “evet” cevabını vermek, en hafifinden, Suriye’deki devlet yapısını ve Suriye’de Aleviliğin durumunu bilmemektir. Suriye’de Alevilik kamusal olarak var olabilen bir inanç değildir. Resmi olarak esamisi bile okunmaz. Alevilik kamu politikalarına yön vermez; kamu hukukun esaslarında Alevilik yoktur. Devletin kendini meşrulaştırmasında Aleviliğin rolü ne kadardır aceba! Aleviler her yerde olduğu gibi, Suriye’de de kendilerini konuşmaktan, konuşturmaktan elden geldiğince sakınırlar. Suriye’de Alevilik üzerine yazılmış birkaç kitap dışında kitap dahi bulamazsınız. Alevilik adında bir ders yoktur okullarda, aksine bizdeki gibi Sünni İslam dersleri okutulur. Camilerde Sünniliğe göre hazırlanmış hutbeler okutulur, Alevi öğretisinden kaynaklı hutbeler değil… Alevi zenginlerin varlığı bir veri olmakla birlikte, Suriye ekonomisinin efendileri de yalnızca Aleviler değildir. Suriyeli Alevilerin içinde halen önemli oranda yoksul kesimler bulunmaktadır; bu insanlar dağlardaki köylerinde refah ve bolluk içerisinde değildirler…

Aleviler, İsmaili, Dürzi ve Hıristiyanlar gibi diğer dinsel azınlık topluluklar ile birlikte Arap ulusçuluğu çatısı altında var olmaya çalışmışlardır. Biraz geriye gidecek olursak Arap ulusçuluğunun önemli figürlerinden, kendisi de Alevi olan Zeki Arsuzi’nin Aleviler arasında ulusçu fikirleri yaymaya çalıştığı görülür. Arsuzi kısmen başarılı olmuşsa da Aleviler asıl olarak ileri tarihlerde, Mişhel Eflak ve Salah Bitar’ın kurduğu BAAS içinde yer alarak ulusal bir çerçeve içinde hayatta kalmaya çalışmışlardır (BAAS’ın Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve özgürlük formülasyonunun azınlıkları cezp ettiği söylenebilir). Fransız mandası döneminden itibaren, İsmaili, Hıristiyan ve Dürzilerle birlikte orduda yer alan Alevilerin zaman içinde ileri kademelere gelmiş olduğu doğrudur ve bu, doğaldır da. Alevi ve diğer azınlıkların bir ölçüde insanca yaşam olanaklarına kavuşmuş olması, tecrit koşullarından çıkıp medeni hayatın çeşitli alanlarına karışmaları, devletin üst kademelerinde yer alabilmeleri neden bu kadar anlaşılmaz ve kabul edilmez görülüyor, asıl anlaşılması güç olan budur.

Devlet başkanının, bazı üst düzey bürokratların Alevi olması, devletin Alevi bir karaktere sahip olduğuna delalet edebilir mi (Kimileri, hangi istatistiğe dayanıyorlarsa, bürokrasinin neredeyse tamamının Alevilerden meydana geldiğini iddia etse de böyle bir bilginin somut kanıtı yok)? Tabi, Türkiye’de yüksek yargıda iki tane Alevi hâkim olunca ‘yüksek yargı Alevilerin egemenliğinde’ diye düşünen zihniyetin Suriye’ye de böyle bakması olağandır! Alevilerin haddine mi böyle yerlere gelmek!

Suriye’de devleti Alevilerle özdeşleştirmek oradaki siyasal birliği çözmek için bulunmaz fırsatlar yaratıyor. Ayrıca toplumun geniş bir kesimi olan Sünni Müslümanlardan rejime karşı muhalefet edecek önemli bir güç elde etmeyi kolaylaştırıyor. Türkiye açısından ise siyasal İslam’ın bu tür bir özdeşleştirmesi kendi savaş politikasına geniş bir destek sağlamak gibi bir amaca hizmet ediyor. Suriye devletinin bütün günahlarını Alevilerin sırtına yüklemeye varacak denli söylemlerin Türkiye’de yarattığı/yaratacağı etkiler üzerine daha fazla düşünmek gerekmektedir.

Türkiye’de yoğun olarak Hatay, Adana ve Mersin illerinde 1 milyonun üzerinde Arap-Alevi yaşamaktadır. Zaman içerisinde Nusayri ismi olumsuz değer yargılarıyla yüklü olarak kendilerine dayatılmış olsa da, hiç değilse yaklaşık yüzyıldır, bu insanlar kendilerini net bir biçimde Alevi olarak adlandırmaktadır. Ve aralarındaki önemli inançsal ve kültürel farklılıklara rağmen diğer Alevi topluluklarla belirli düzeylerde ortaklıkları ve ilişkileri bulunmaktadır. Suriye’deki son olaylar dolayısıyla sıkça anımsanan bu topluluğun, uzun zamandır “kendi hallerinde”, sistemle belli bir uyum içinde ve olabildiğince kendi kimliklerini açıktan ortaya koymadan yaşadıkları ya da yaşamaya zorlandıkları söylenebilir (Şunu da eklemek gerekir: Türkiye’deki diğer Alevi topluluklar gibi, 1960’lı ve 1970’li yıllarda sol muhalefetin yükselişiyle birlikte, bu topluluktan insanlar da sol içerisinde yer almışlar, bütün ülkeyi ezip geçen 1980 Cuntası sonrasındaki sessizliğin kırılmaya başlamasının ardından, özellikle 1990’ların sonundan bu yana, bir ölçüde “Alevi kimliği”ne sahip çıkma yönünde hareket etmişlerdir).

Arap-Alevilerin isimlerinin, son süreçte olduğu gibi, sıklıkla zikredilmesi Türkiye tarihinde ikinci kez oluyor. İlki 1936-1940 yılları arasında bu insanları Türklüğe asimile etmek için çabalanan dönemdedir, ikincisine de şu günlerde tanıklık edilmektedir. Kuşkusuz Arap-Alevilere yönelik söylemlerin dolaşıma sokulduğu yegâne dönemler değildir bunlar. Suriye ile gerginliklerin olduğu her evrede bu topluluğa karşı çeşitli düzeylerde nefret söyleminin üretildiği görülmektedir. Bunların en akılda kalanlarından biri 1998 ve sonrası süreçte Suriye ile gerginlik yaşanırken Fazilet Partisi Başkanı Recai Kutan’ın “Suriye’de bir nevi sapık Alevi anlayış olan Nusayriler iş başında” şeklindeki söylemidir.

Son süreçte birçok insan bu topluluk hakkında neler yazmadı, neler söylemedi ki: Türk devletine akıl veren ve Suriye’ye karşı savaş kışkırtıcılığı yapan Cengiz Çandar, Suriye devletinin bir Nusayri diktatörlüğü olduğunu iddia edenlerdendir, üstelik Nusayrilerin % 7’lik bir nüfusa sahip olduğu şeklinde yalan-yanlış bilgiler vererek.[2] Murat Bardakçı, Fetullah Gülen gibi, “Nusayriler bizim Alevilere benzemez” türünden yaklaşımlarla Alevileri ayrıştırmaya çalışırken, “Türk Aleviler’in” Arab’ın Alevisi’nin seviyesine indirilemeyeceğini söyleyerek açıkça nefret suçu işleyenlerdendir.[3] Bu tarz yaklaşımların esası, Nusayri olarak ifade edilen Arap-Aleviler’in Aleviliğin dışına itilerek bu toplulukları ayrıştırma çabasıdır. Yıllarca ötekileştirilen Alevilere, Nusayrilerin karşısında “siz bırakın onları, onlar Alevi falan değil, siz başkasınız” türünden yaklaşımların bu toplulukları ayrıştırıp güçsüzleştirme yönlü politik taktikler olduğunu da belirtmek gerekir. Son yıllarda tanıdığımız, birkaç televizyon programında birden gördüğümüz Nagehan Alçı’nın, Suriye’ye müdahaleye karşı çıkan Enver Aysever’e, “sen Nusayrisin, o yüzden böyle konuşuyorsun” şeklinde sözler söylemesi herhalde acelesinden değildi. İslamcı yazarlardan bir kısmı, Nusayrilerden sefih, kâfir, zalim, kana doymaz vb. olarak bahsediyor. M. Emin Akın’ın yazılarına bakmak bu konuda “iyi” bir fikir verebilir.[4] Son bir örnek olarak Ülke TV’deki Sıra Dışı Tarih programında Nusayriler anlatılırken bilimsellik sosuyla birlikte ortaya konan utanç verici sözlere işaret etmek gerekir. Program sunucusu Nusayrilik anlatılırken “içiniz ne kadar kaldırır bilemiyorum”, “çocuklar izliyorsa, izlettirmeyin” gibi ifadelerle Nusayrileri aşağılamak fırsatını kaçırmamıştır. Bu programda da Nusayrilerin Aleviliğin dışına itildiği görülmektedir. Örnek listesi bir hayli uzatılabilir, fakat sanırız bu kadarı meseleyi açıklamak için yeterlidir.

Kuşkusuz üretilen bu nefret söylemi havada bir yerde kalmaz, mutlaka hayatta karşılığını bulacaktır. Hele bizim gibi Alevi düşmanlığının yerleşik olduğu bir ülkede, birçok katliamın yaşandığı bir toprakta… Son zamanlarda Alevilere yönelen tehditler bunun en açık göstergesi: Adıyaman’daki ev işaretlemelerinin üstünden daha bir ay geçmemişken, İzmir Buca’da ve Antep'te yaşayan Alevi yurttaşların evleri de işaretlendi. İzmir’in Harmandalı semti Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan Alevi ailelerden bazılarının kapılarına “doğru yola dönün” çağrıları bırakıldı. Erzincan’ın Üzümlü İlçesi Avcılar Köyü'nde Alevileri hedefleyen yazılamalar yapıldı: “Kâfir Aleviler, hepinizi yakacağız.”

Tabi Suriye meselesi devam ettikçe, olayların nereye varacağını kestirmek çok zor. Bugün Hatay-Adana bölgesindeki Aleviler oldukça tedirginler ve süreci kaygıyla izliyorlar. Her an kendilerine yönelik bir hareket bekleyenler var. Bazıları “acaba sıcak çatışma durumunda “cephe gerisi” muamelesi görür müyüz” korkusunu taşıyor. Sıcak bir çatışma durumunda başlarına neler gelebileceğinden, kamplardaki silahlı gruplardan, “Hür Suriye Ordusu”ndan tedirginler. Hele ki “misafir” geldiği ülkeden rahatlıkla Alevilere tehdit yağdıranlar varken, nasıl kaygılanmasınlar. Mamun El Humsi’nin, Yayladağı mülteci kampında internet üzerinden “Ey alçak-sefil Aleviler ya Esad’dan vazgeçersiniz ya da Suriye sizin mezarınız olacaktır. Yeter suskunluğunuz, yeter Sünnileri öldürdüğünüz... bu çeteyi reddetmezseniz sizi yer yüzünden sileceğiz” şeklinde seslendiğini hatırlatmak isterim. Hatay’daki kamplarda kalan bu zihniyetteki insanlar, şehre inip dolaşabiliyorlar. Bu, her an bir provokasyon yaşanabileceği ihtimalini düşündürtmektedir. Diğer illerde de üretilen nefret söyleminin bir neticesi olarak, Alevilere yönelik çeşitli kanlı saldırılar gündeme gelebilir.

Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale başlayalı çok oldu. Suriye içindeki silahlı gruplar dışarıdan desteklenmekte, sınır sızmalarıyla Suriye’de eylemler gerçekleştirmektedir. Bugün bu müdahalenin ileri bir aşamaya taşınması arzulanıyor, bu da bölgesel bir savaş demektir. Tabi, Suriye rejimini devirme arzusunda olanlar bunun pek de kolay olmadığını anlamış durumdalar. Bunca zamandır ne orduda istenilen çözülmeyi gerçekleştirebildiler ne de halkın rejime rızasını ortadan kaldırabildiler. Suriye’ye yönelik açıktan bir silahlı müdahale olasılığı varlığını sürdürmekle beraber, rejimin tasfiyesine yönelik savaş, farklı topluluklar arasında bir iç savaşı körüklemek şeklinde sürdürülebilir. Yani daha önce tanık olduğumuz bir Lübnan örneği ile karşılaşabiliriz. Fakat altını çizmek gerekir ki Suriye’de gelişecek bir iç savaş, din-mezhep eksenli boğazlaşmalar, orayla sınırlı kalmayacaktır. Kuşkusuz Türkiye coğrafyasını da içine alacak ölçüde genişleyecektir. Orada bozulan dengeler burayı da sarsacaktır. Bütün bunlar bölgemizi ve ülkemizi ateşe atacak bir müdahaleye karşı çıkmamızı gerektiriyor. Ve ilk elden yükseltilen nefret söylemine “Hayır” demeyi zorunlu kılıyor.

[1] Hüseyin Çelik’in, Kılıçdaroğlu’na “Niçin savunuyorsunuz Suriye’deki Baas’çı rejimi? Açıkçası aklıma başka kötü şeyler de geliyor. Suriye’deki Baas’çı rejim yüzde 15’lik kitleye dayanıyor. Acaba Sayın Kılıçdaroğlu mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor?” demişti.
[2] Bkz. Cengiz Çandar, “Türkiye’nin Suriye Belası”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/h...azarid=215; “Suriye’de katliamın durmasını istiyorsanız”, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?a...egoryID=98 (E.T. 01. 05. 2012)
[3] Bkz. Murat Bardakçı, “SOAS’lıya yakışmadı”, http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-...-yakismadi (E.T. 02. 05. 2012)
[4] Örneğin Bkz. Mehmet Emin Akın, “Nusayri Seffah, Çağın Hasan Sabbah’ı Kan Gölünü Ziyaret Ederken, Suriye’nin Satılmasının Pazarlıkları”, http://www.mehmeteminakin.com/html/modul...int&id=169; “Suriye’de Nusayri Zulmüne Hayır Diyemeyenler Ümmeti Bir Akide Savaşına Doğru Sürüklüyorlar”, http://www.mehmeteminakin.com/html/modul...ent&id=170.

Alevi forum,alevi köyleri,alevi türküleri,alevi ünlüler,alevi sözleri,alevilik nedir,alevi nedir
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular / Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
Son Yorum Yazar: bektasi
09-26-2013, 02:18 AM
Son Yorum Yazar: bektasi
09-24-2013, 02:03 AM
Son Yorum Yazar: Admin
07-25-2013, 01:48 AM

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi