11-12-2013, 03:13 AM
Aleviler, devletin yeni bir düzenleme politikası ile karşı karşıya bulunuyor. Bu politika yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya doğru hayata geçirilmek isteniyor
Aleviler, devletin yeni bir düzenleme politikası ile karşı karşıya bulunuyor. Bu politika yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya doğru hayata geçirilmek isteniyor. İzzettin Doğan ve Cemaatin iştiraki ile yürütülen proje bunun bir boyutunu teşkil ediyor. Doğan, yönetimindeki Cem Vakfı’nın 2 Kasım’da düzenlemiş olduğu “Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı”nda 5 binden fazla inanç önderini bir araya getirme iddiasıyla devletin geliştirmek istediği Alevi stratejisinde oynayabileceği rolü şimdiden belli etmiş oluyor. 3 Kasım’da Kadıköy’de düzenlenen miting ise gerek Doğan çizgisine gerekse devletin inkârcı tutumuna karşı bir duruşun kararlılığını ve yaygınlığını ortaya koyuyor. Mamafih mitingdeki çok sesli karşı duruşa rağmen nasıl bir alternatif model geliştirebileceğinin ucu da açık kalıyor. Tartışmaların ve tartışmaya konu olan devletin “Yeni Alevilik” yaratma stratejisinin pek çok dayanağı da halı hazırda bu boşluktan besleniyor. Aleviliğin ne olduğu ile ne olması gerektiği arasında tercih edilen tutumun tamamen siyasal mahiyet taşımasından dolayı Aleviliğe ilişkin her türlü tariflendirme ve model geliştirme siyasal alanın konfigürasyonuna göre oluyor. Oysa siyasetin Aleviliği nitelemesi kadar Aleviliğin de siyaseti nasıl bir içselleştirme mekanizması içinde anlamlandırdığı da son derece önem taşıyor. Bu noktada genel geçer, değişmemiş, korunmuş bir özü veya özün farklı suretlerde açığa çıkmış hallerinin olduğunu savunan tehlikeli düşünceye düşmeden, Aleviliğin tarihsel süreğenlik içinde ve öteki aidiyetlerle girmiş olduğu mücadelede ne tür içsel modeller geliştirdiği üzerine kafa yormamız gerekli görünüyor. Dolayısıyla bu yazımızdaki amacımızı da Aleviliğe dair teolojik tartışmalara (İslam içi mi değil mi gibi) girmeden Aleviliğin bazı karakteristik özelliklerini modelleyebilmek oluşturuyor. Mağlup, mazlum ve mağdur olmak şeklinde tasnif edebileceğimiz 3M, Aleviliği içeriden (emik) anlamanın da anahtar kavramları işlevini görüyor. Bu kavramların, Bektaşiliği bir tarafa bırakırsak, kimlik inşasında rol oynayıp üçlü bir sac oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Mağlup. Alevilik aynı zamanda siyasal bir hüviyete sahip ola gelmiştir. Aleviliğin en önemli siyasal figürlerini dikkate aldığımızda bile ekseriyetinin hasımlarınca mağlup edilmiş olduğunu görmekteyiz. Söz gelimi Halife Ali kaybetmiştir, Hüseyin kaybetmiştir, Şah İsmail kaybetmiştir. Hatta kimi Aleviler, “Ali eğer, siyasetin kirli düzeninde kaybeden olmasaydı Ali olarak kalamazdı” şeklinde bir yorum bile geliştirmişlerdir. Devam edecek olursak, yakın tarihte bu mağlubiyetler tekrarlanmıştır. Misal, Koçgiri İsyanı ve Dersim kaybedilmiştir… 1970’lerde Çorum, Maraş katliamları, 93’te Sivas katliamı, sonrasında Gazi Mahallesi gibi pek çok hadise hem mağlubiyeti hem mağduriyetiyle tarihteki yerini almıştır. Gezi Direnişi’nde en önemli sosyal taban Alevilerdi. Bu isyan ve direnişin başarısını ise zaman gösterecek elbette ama “direnme”nin aynı zamanda içe kapanmak olduğunu hesaba kattığımızda Alevilerin var olanı korumanın ötesine geçemediğini de belirtmemiz gerekir. Öte yandan tarihe baktığımız zaman Alevilik mağduriyetleri yaşaya yaşaya bunu inancının da bir parçası haline dönüştürmüştür. İnancın toplumsal yapılaşma biçiminde mağlup olmak kolektif bir sosyal mantık kategorisine dönüşmüştür. Yaşanılan her yeni toplumsal travma bir önceki travmaların içselleştirilmiş anlamlarına göre kodlanmıştır/kodlanmaktadır. Sanki tarih tekerrür ediyormuşçasına alımlanan her yeni mağlubiyet, doğayla bütünleşik “vahdet-i mevcut” felsefesiyle uyumlu şekilde reenkarnasyonu/ruh göçünü ve enkarnasyonu/vücuda gelmeyi mümkün hale getirmiş ve onun yeniden üretimini sağlamıştır. Nesnel yaşanmışlıklar Aleviliğin öznel dünyasında “döngüsel bilinç” yaratmış ve en bariz temsilini de semahın döngüsel hareketinde simgeselleştirmiştir. Bu döngüsellik bağlamında her yeni siyasal figür veya “kurtarıcı kahraman” Ali’nin yeniden dirilişinin (Mehdilik) versiyonları olarak anlamlandırılmıştır.
Mazlum/Masum. Her mağlubiyetin mağdurluğu, Aleviliğin yapılaşmasında ve inancın toplumsallaşmasında etkiler yaratmıştır. Aynı zamanda diğer mazlum kesimlerle yakın ilişkiler kurup etkileşimler yaşamasına da vesile olmuştur. Mazlumluk ve masumiyet Aleviliğin en önemli içsel söylemleri olarak öne çıkmıştır. Örneğin Muharrem öncesinde tutulan 3 günlük Masum-u Pak Orucu ve Kerbela’da ölenler nezdinde tutulan 12 günlük Matem Orucu, yas mahiyeti taşımakla (eğlencenin, kan dökmenin, su içmenin yasak sayılması) birlikte Kerbela’da çekilen tüm acıların diğer mazlum halkların acısını paylaşmanın da sembolik bir taşıyıcısı olmuştur. Ayrıca mazlumu korumak, “ikrar vermenin”, yani insan-i kâmile ulaşma yoluna bağlılığın da önkoşullarından biri sayılmıştır.
Mağdur. Tarihsel açıdan mağlubiyetle birlikte baskı, zulüm ve sindirme politikalarına maruz kalan Alevilerin mağdur konuma sürüklenmeleri kaçınılmaz olmuş, bu yüzden devlet otoritesinden uzakta, daha güvenlikli coğrafi mekânları tercih etmeleri zorunluluk oluşturmuştur. Böylelikle coğrafyanın koruyuculuğu inanç sistemine de yansımıştır. Maddi hayatın mağduriyetiyle oluşan toplumsal psikoloji de bu inanca eklemlenmiştir. Mağdurluk, nihayetinde hem kültürel formda hem de inanç formunda genel bir karakter olarak öne çıkmıştır. Deyişler, türküler, hikâyeler, masallar bu mağduriyet dilinin taşıyıcısı olmuşlardır. Mağdurluk bilinci ise Tanrı’ya yakarışta sitemkârlığa dönüşmüştür.
Sözünü ettiğimiz bu 3M, birbirinden bağımsız değil, birbirini yeniden üretecek şekilde bir sarmal oluşturmuşlardır. Mağlubiyetin mağdurluğa, mağdurluğun mazlumluğa olan bağımlılığı, kimliğin içsel algılama, anlama ve yorumlama mantığının temellerini teşkil etmiştir. Bu üç nitelik aynı zamanda Aleviliğin siyaset evreninde yer alma biçimlerinin de bir yönünü meydana getirmiştir.
Bütün bunlara rağmen Alevi birey, kurtuluşu öteki dünyada değil bu dünyada aramıştır. Maddi hayatın dönüştürücü gücünü insanda görmüş, “insan hakta, hak insanda; ne ararsan var insanda” diyerek meydan okumasını da bilmiştir. Söz konusu 3M’nin olumsuz diyalektiğine karşı olumlu diyalektik formlarını yaratmayı da becerebilmiştir. Mağlup da olsa mücadeleciliği, mazlum da olsa müdahilliği (aktörlük), mağdur da olsa mağrurluğu elden bırakmamıştır. Bir yandan eline diline, beline sahip olmayı, incinsen de incitme tarzında barışçıl mesajları benimsemiş, öte taraftan savaşçılığın (bir boyutuyla Gaza kültürüne, diğer bir boyutu Zerdüştlüğün ateşte sembolize edilen dönüştürücü gücüne gönderme yapar) işaretlerinden olan Ali’nin Zülfikar’ını da sembol olarak kullanabilmiştir.
Alevilerin değişen koşullar bağlamında toplumsal hareketler içinde anlamlı birer aktör haine dönüşmeleri ve “devletin Alevisi” olmak yerine kendi öz örgütlülüğünü inşa edebilmelerinin ve alternatif bir model geliştirebilmenin ilk koşulu söz konusu 3M ile yüzleşebilmelerinden geçiyor. Bugün ve yarın için Alevilerin sadece örgütlenmeleri yetmiyor; aynı zamanda yeni şartlara (kentleşmeye) uygun bir yaşam ve inanç felsefesinde kendi var oluş (entite) biçimini geliştirmeleri de gerekiyor. Kendi içine kapanıp 3M etrafında döngüsellik yaşamak yerine, felsefi derinliğini yeni yaşam koşullarında tekrar gözden geçirmesi bu yüzden zaruri görünüyor. Aksi takdirde ezeli mağlup ve ezeli mağdur olmaktan, kronik mazlum psikolojisinden bir türlü kurtulamayacak ve İzzettin Doğan’ın ve onun gibilerinin yeni misyonlarla devreye girmesine yeni fırsatlar sunulmuş olacaktır.
*Ankara Üniversitesi, DTCF Sosyoloji
Ercan Geçgin*
Aleviler, devletin yeni bir düzenleme politikası ile karşı karşıya bulunuyor. Bu politika yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya doğru hayata geçirilmek isteniyor. İzzettin Doğan ve Cemaatin iştiraki ile yürütülen proje bunun bir boyutunu teşkil ediyor. Doğan, yönetimindeki Cem Vakfı’nın 2 Kasım’da düzenlemiş olduğu “Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı”nda 5 binden fazla inanç önderini bir araya getirme iddiasıyla devletin geliştirmek istediği Alevi stratejisinde oynayabileceği rolü şimdiden belli etmiş oluyor. 3 Kasım’da Kadıköy’de düzenlenen miting ise gerek Doğan çizgisine gerekse devletin inkârcı tutumuna karşı bir duruşun kararlılığını ve yaygınlığını ortaya koyuyor. Mamafih mitingdeki çok sesli karşı duruşa rağmen nasıl bir alternatif model geliştirebileceğinin ucu da açık kalıyor. Tartışmaların ve tartışmaya konu olan devletin “Yeni Alevilik” yaratma stratejisinin pek çok dayanağı da halı hazırda bu boşluktan besleniyor. Aleviliğin ne olduğu ile ne olması gerektiği arasında tercih edilen tutumun tamamen siyasal mahiyet taşımasından dolayı Aleviliğe ilişkin her türlü tariflendirme ve model geliştirme siyasal alanın konfigürasyonuna göre oluyor. Oysa siyasetin Aleviliği nitelemesi kadar Aleviliğin de siyaseti nasıl bir içselleştirme mekanizması içinde anlamlandırdığı da son derece önem taşıyor. Bu noktada genel geçer, değişmemiş, korunmuş bir özü veya özün farklı suretlerde açığa çıkmış hallerinin olduğunu savunan tehlikeli düşünceye düşmeden, Aleviliğin tarihsel süreğenlik içinde ve öteki aidiyetlerle girmiş olduğu mücadelede ne tür içsel modeller geliştirdiği üzerine kafa yormamız gerekli görünüyor. Dolayısıyla bu yazımızdaki amacımızı da Aleviliğe dair teolojik tartışmalara (İslam içi mi değil mi gibi) girmeden Aleviliğin bazı karakteristik özelliklerini modelleyebilmek oluşturuyor. Mağlup, mazlum ve mağdur olmak şeklinde tasnif edebileceğimiz 3M, Aleviliği içeriden (emik) anlamanın da anahtar kavramları işlevini görüyor. Bu kavramların, Bektaşiliği bir tarafa bırakırsak, kimlik inşasında rol oynayıp üçlü bir sac oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Mağlup. Alevilik aynı zamanda siyasal bir hüviyete sahip ola gelmiştir. Aleviliğin en önemli siyasal figürlerini dikkate aldığımızda bile ekseriyetinin hasımlarınca mağlup edilmiş olduğunu görmekteyiz. Söz gelimi Halife Ali kaybetmiştir, Hüseyin kaybetmiştir, Şah İsmail kaybetmiştir. Hatta kimi Aleviler, “Ali eğer, siyasetin kirli düzeninde kaybeden olmasaydı Ali olarak kalamazdı” şeklinde bir yorum bile geliştirmişlerdir. Devam edecek olursak, yakın tarihte bu mağlubiyetler tekrarlanmıştır. Misal, Koçgiri İsyanı ve Dersim kaybedilmiştir… 1970’lerde Çorum, Maraş katliamları, 93’te Sivas katliamı, sonrasında Gazi Mahallesi gibi pek çok hadise hem mağlubiyeti hem mağduriyetiyle tarihteki yerini almıştır. Gezi Direnişi’nde en önemli sosyal taban Alevilerdi. Bu isyan ve direnişin başarısını ise zaman gösterecek elbette ama “direnme”nin aynı zamanda içe kapanmak olduğunu hesaba kattığımızda Alevilerin var olanı korumanın ötesine geçemediğini de belirtmemiz gerekir. Öte yandan tarihe baktığımız zaman Alevilik mağduriyetleri yaşaya yaşaya bunu inancının da bir parçası haline dönüştürmüştür. İnancın toplumsal yapılaşma biçiminde mağlup olmak kolektif bir sosyal mantık kategorisine dönüşmüştür. Yaşanılan her yeni toplumsal travma bir önceki travmaların içselleştirilmiş anlamlarına göre kodlanmıştır/kodlanmaktadır. Sanki tarih tekerrür ediyormuşçasına alımlanan her yeni mağlubiyet, doğayla bütünleşik “vahdet-i mevcut” felsefesiyle uyumlu şekilde reenkarnasyonu/ruh göçünü ve enkarnasyonu/vücuda gelmeyi mümkün hale getirmiş ve onun yeniden üretimini sağlamıştır. Nesnel yaşanmışlıklar Aleviliğin öznel dünyasında “döngüsel bilinç” yaratmış ve en bariz temsilini de semahın döngüsel hareketinde simgeselleştirmiştir. Bu döngüsellik bağlamında her yeni siyasal figür veya “kurtarıcı kahraman” Ali’nin yeniden dirilişinin (Mehdilik) versiyonları olarak anlamlandırılmıştır.
Mazlum/Masum. Her mağlubiyetin mağdurluğu, Aleviliğin yapılaşmasında ve inancın toplumsallaşmasında etkiler yaratmıştır. Aynı zamanda diğer mazlum kesimlerle yakın ilişkiler kurup etkileşimler yaşamasına da vesile olmuştur. Mazlumluk ve masumiyet Aleviliğin en önemli içsel söylemleri olarak öne çıkmıştır. Örneğin Muharrem öncesinde tutulan 3 günlük Masum-u Pak Orucu ve Kerbela’da ölenler nezdinde tutulan 12 günlük Matem Orucu, yas mahiyeti taşımakla (eğlencenin, kan dökmenin, su içmenin yasak sayılması) birlikte Kerbela’da çekilen tüm acıların diğer mazlum halkların acısını paylaşmanın da sembolik bir taşıyıcısı olmuştur. Ayrıca mazlumu korumak, “ikrar vermenin”, yani insan-i kâmile ulaşma yoluna bağlılığın da önkoşullarından biri sayılmıştır.
Mağdur. Tarihsel açıdan mağlubiyetle birlikte baskı, zulüm ve sindirme politikalarına maruz kalan Alevilerin mağdur konuma sürüklenmeleri kaçınılmaz olmuş, bu yüzden devlet otoritesinden uzakta, daha güvenlikli coğrafi mekânları tercih etmeleri zorunluluk oluşturmuştur. Böylelikle coğrafyanın koruyuculuğu inanç sistemine de yansımıştır. Maddi hayatın mağduriyetiyle oluşan toplumsal psikoloji de bu inanca eklemlenmiştir. Mağdurluk, nihayetinde hem kültürel formda hem de inanç formunda genel bir karakter olarak öne çıkmıştır. Deyişler, türküler, hikâyeler, masallar bu mağduriyet dilinin taşıyıcısı olmuşlardır. Mağdurluk bilinci ise Tanrı’ya yakarışta sitemkârlığa dönüşmüştür.
Sözünü ettiğimiz bu 3M, birbirinden bağımsız değil, birbirini yeniden üretecek şekilde bir sarmal oluşturmuşlardır. Mağlubiyetin mağdurluğa, mağdurluğun mazlumluğa olan bağımlılığı, kimliğin içsel algılama, anlama ve yorumlama mantığının temellerini teşkil etmiştir. Bu üç nitelik aynı zamanda Aleviliğin siyaset evreninde yer alma biçimlerinin de bir yönünü meydana getirmiştir.
Bütün bunlara rağmen Alevi birey, kurtuluşu öteki dünyada değil bu dünyada aramıştır. Maddi hayatın dönüştürücü gücünü insanda görmüş, “insan hakta, hak insanda; ne ararsan var insanda” diyerek meydan okumasını da bilmiştir. Söz konusu 3M’nin olumsuz diyalektiğine karşı olumlu diyalektik formlarını yaratmayı da becerebilmiştir. Mağlup da olsa mücadeleciliği, mazlum da olsa müdahilliği (aktörlük), mağdur da olsa mağrurluğu elden bırakmamıştır. Bir yandan eline diline, beline sahip olmayı, incinsen de incitme tarzında barışçıl mesajları benimsemiş, öte taraftan savaşçılığın (bir boyutuyla Gaza kültürüne, diğer bir boyutu Zerdüştlüğün ateşte sembolize edilen dönüştürücü gücüne gönderme yapar) işaretlerinden olan Ali’nin Zülfikar’ını da sembol olarak kullanabilmiştir.
Alevilerin değişen koşullar bağlamında toplumsal hareketler içinde anlamlı birer aktör haine dönüşmeleri ve “devletin Alevisi” olmak yerine kendi öz örgütlülüğünü inşa edebilmelerinin ve alternatif bir model geliştirebilmenin ilk koşulu söz konusu 3M ile yüzleşebilmelerinden geçiyor. Bugün ve yarın için Alevilerin sadece örgütlenmeleri yetmiyor; aynı zamanda yeni şartlara (kentleşmeye) uygun bir yaşam ve inanç felsefesinde kendi var oluş (entite) biçimini geliştirmeleri de gerekiyor. Kendi içine kapanıp 3M etrafında döngüsellik yaşamak yerine, felsefi derinliğini yeni yaşam koşullarında tekrar gözden geçirmesi bu yüzden zaruri görünüyor. Aksi takdirde ezeli mağlup ve ezeli mağdur olmaktan, kronik mazlum psikolojisinden bir türlü kurtulamayacak ve İzzettin Doğan’ın ve onun gibilerinin yeni misyonlarla devreye girmesine yeni fırsatlar sunulmuş olacaktır.
*Ankara Üniversitesi, DTCF Sosyoloji
Ercan Geçgin*
Alevi forum,alevi köyleri,alevi türküleri,alevi ünlüler,alevi sözleri,alevilik nedir,alevi nedir