08-03-2015, 06:53 PM
Bulgaristan’da 1920 yılında doğup, 31 yaşına kadar orada yaşayan Ahmet Hezarfen, bir Türk Bektaşisidir. Bulgaristan’dan sonra Türkiye’de de eğitmen olarak uzun yıllar görev yapan Hezarfen; Osmanlıca, Bulgarca, Mekodonca, Esperantoca öğrenmiş, kendisini bir tarihçi olarak yetiştirmiştir.
Ahmet Hezarfen, Türkiye’ye geldikten sonra, öğretmen ve müdür olarak birçok yerde görev yaptı.
Sendikalarda, demokratik kitle kuruluşlarında, öğretmen örgütlerinde aktif olarak yer aldı.
Türkiye’deki eğitim ve işçi sorunlarının çözümü için birçok çabanın içinde oldu.
Siyasal görüşlerinden ve faaliyetlerinde n dolayı baskı gördü.
Türk kültürünün zenginliklerini , Anadolu ve Balkanlardaki insanların inançsal, sosyal, tarihi yapılarını çok erken yaşta araştırmaya başladı.
Bu birikimler, onun gözlemleriyle birleşince, kendisinin bu konularda istisnai bir yer edinmesini sağladı.
Osmanlı Arşivlerinde incelemelerde de bulanan Ahmet Hezarfen’in bu alanda birçok ciddi dergide makaleleri, çevirileri yayınlanmıştır.
Özellikle Alevilik/Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, Bulgaristan Deliorman bölgesi başta olmak üzere Türk ve Alevi/Bektaşi Toplumunun, dergahların, halk hareketlerinin tarihsel, Osmanlı dönemindeki belgelerini toparlayan Ahmet Hezarfen’in bugüne kadar çevirdiği belgelerin sayısı binlerle ifade ediliyor.
Osmanlı Arşivlerinden, tarihi bir görevle çevirdiği binlerce belgede, Anadolu ve Balkanlar’da Alevilik Bektaşiliğin sosyal, tarihi boyutunu ve Osmanlı Alevi/Bektaşi ilişkilerini birinci el kaynaklardan, tarihin tozlu raflarından çıkarıp insanlığın yararına sunup onları ölümsüzleştirmi ştir.
Ahmet Hezarfen’in çevirdiği belgeleri nihayetinde kitaplarda toplanmaya başlandı.
Bu konuda yayınlanan 6 kitabının yanında yayınlanmayı bekleyen 10 kitabı daha vardır.
Bizler vefasız bir millet olduğumuz için, tarihi değerlerimizi kolay unutarak harcayabildiğim iz gibi, günümüz değerlerini de inatla görmemezlikten geliyoruz.
Bu toplum bugüne kadar birçok Ahmet Hezarfen çıkaramamışsa bu, bu toplumun kendi suçudur.
Eğer bu toplum Ahmet Hezarfen gibi değrelerinin kıymetini bilmiyorsa bu yine bu toplumun özrüdür.
Hem de telafi edilmez, hiçbir bahanenin arkasına sığınılamayacak kalıcı bir özürdür.
Ayhan Aydın
Akyazılı Sultan ve onun müridi Derviş Hasan Pehlivan Demir Baba’nın ünü, yüzyıllar boyu halkın gönlünde hiç azalmadan artmıştır. Demir Baba’yı anlatır mısınız?
Önce, Denizlerli Haydar Baba’nın bir nefesini vermek istiyorum:
Daldık aşk adlı denize
Erenlerden irdik ize
Akyazılı Sultan bize
Medet himmet kerem eyle
Demir Baba’nın adıyla bir kişinin meydana çıkması, insanların da ona inanıp arkasından gitmesi gerekti.
Bunu idrak eden, Muhammed’in damadı Hz. Ali’nin inancını yayan, bir grup Kızılbaş dervişlerinin mürşidi Akyazılı Baba idi. Bu Kızılbaşlar, Anadolu, İran, Sarımdağı (?) ve Bulgardağı’ndan hayvan sürüleriyle göçüp Dobruca ve Deliorman’a yerleşmiş, oldukça kalabalık ”yürük ocakları”ndan (zadruga) idiler. Akyazılı Baba müritlerine az önce de bahsettiğimiz gibi,
”Biz şarap içmeyi yasaklamayacağı z, kadınlara ferece de giydirmiyeceğiz , mum yakmayı da yasaklamayacağı z, burada İslamiyet’i zorla kabul ettirmişler. Buradaki Hıristiyanlar, Hz. Ali’nin mezhebini gönüllü olarak kabul etsinler. Taraftarlarımız ı çoğaltmak için, burasının yerli kadınlarıyla evlenip çoluk çocuk yetiştirin. Buradaki, insanlar bir ‘Demir Baba’ bekliyor, O’nu, onlara biz vereceğiz. O, derviş bir baba ve burada yerlilerden soylu aile kızı olan anadan doğacak. Bu mürşit, Demir Baba’nın tüm şan ve şöhretini miras olarak alıp bizim adımızı, şanımızı yüceltecek!” diyordu. Bunun için müridlerini Dobruca, Deliorman, Tozluk ve Polomie’ye yolladı. Kendisi de Balçık kasabası yakınında Batova alçağında kalarak, bugünkü Obroçişte (Batova) köyündeki Aziz Atanas Manastırı’nın üzerine tekke ve ocağını kurdu.
Yolladığı dervişler Dobruca, Deliorman, Tozluk ve Polomie’ye giderek her yeri dolaştı. Birçok insanlarla karşılaşarak onların dertlerini, isteklerini dinlediler, dönüp geldiklerinde, herbiri görüp işittiklerini, Akyazılı Baba’ya anlattılar. Bu dervişlerin arasında, Akyazılı Baba’nın çok değer verdiği Ali adında bir derviş vardı. Güçlü, heybetli biriydi. Mürşidini Bulgardağı’ndan Batova’ya sırtında getirebilecek güçteydi. Mürşit ona: ”Ali, sen neredeydin, ne gördün? Anlat, bakalım!” dedi. O da: ”Ben Deliorman’da Kuvancılar (Pçelina) denen bir köyde, varlıklı Müslüman ailede konuk olarak kaldım.
Orada dikkatimi çeken şey, kadınlar şalvarlı değil, fistan giyiyorlar. Bunu ev sahibine sordum, o ‘İslam dinine alıştık; fakat kadınlar bu çuval (torba) gibi şalvara alışamadılar, biz burasının yerlisiyiz’ yanıtını verdi” deyince Akyazılı Baba: ”İşte böyle bir aileden Demir Baba’yı temsil edecek biri doğmalı” diyerek, merakla: ”Daha ne oldu? Öte tarafını da anlat!.” Derviş: ”Akşam namazı kılmaya namazlağı (kilimçe) getirildiğinde, hane sahibinin Zayde adındaki küçük kızı koşarak ‘O benimdir, kimseye vermem’ diyerek, koltuğumdan namazlağı çekip aldı” dedi.
Akyazılı Baba: ”İşte bu küçük kız, Demir Baba’nın anası, Ali, sen de babası olacaksın!” dedi. Hemen Zayde’ye dünürlükçü yolladı. İş yoluna girdikten sonra, Akyazılı Baba büyük düğün cemiyetine kalktı. Düğüne 300 soylu yerli, 300 Yürük ileri gelenleri, tanınmış büyüklerden, başta İstanbul’dan vezirler olmak üzere 300 beye davetiye yollandı. Düğün töreninin, Demir Baba’nın anası ve babası olacak eşler için yapıldığı söylentisi, her tarafa yayıldı. Soylu yerliler, 300 dana; Yürük ileri gelenleri, 300 koç; ünlü kişiler ve devlet büyükleri de çeşitli sırma, ipekli düğün hediyesi getirdiler.
Düğün çok tantanalı oldu, Edirne’den İstanbul’a, Silistre’den Babadağı’na kadar anlatıla anlatıla, dilden düşmedi. Kuvancılar Köyü yerlilerinden zengin Zayde Hanım’la evlenen Akyazılı Baba’nın müridi Ali Dede’nin bir oğulları dünyaya geldi. Adını Hasan koydular. Hasan, Baba’nın öğretileriyle (irşat) çok az ilgileniyor, daha çok akranlarıyla güreşiyor ve hepsini de yeniyordu. Bu nedenle ona Hasan Pehlivan denmeye başlandı. Ana tarafından ünlü soydan geldiği için, Osmanlı ordusuna süvari, sipahi yazıldı, padişahın seferine katılarak, Budapeşte’ye gitti.
Askerlik hizmetini çok beğendi, ruhani babasının yanına dönüp Kızılbaş dervişlerinin şanını yüceltmeyi, Demir Baba’nın halefi olmaya hazırlanmayı unuttu. Akyazılı Baba, vakit geçirmeden çağrılmasına israr etti. Anası Zayde Hanım gönderdiği mektupta: “Ben seni doğurdum ünlü bir veli, sen gene oldun bir deli. At, giyecek hizmetçi yolluyorum sana; hemen dön görevinin başına!” diye yazdı.
Hasan Pehlivan, Budaqeşte’den ayrılarak Deliorman’ın yolunu tuttu. Gelirken Bosna topraklarına uğradı. Orada, Hıristiyan kiliselerinden kovulan Bogomillerin, ailece İslamiyeti kabul ettiklerini gördü. Oradan Ulah ve Boğdan topraklarına saptı, Babadağ’dan geçerek, Batova’daki Akyazılı Baba’nın Ocağı’na ulaştı. Orada Hasan Baba Pehlivan adıyla tekkeye hizmet ederek, otuz yaşından sonra Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tefsirini, tasavvufa ait bilgileri öğrendi ve Demir Baba’nın şan ve şöhretini üzerine aldı. Kızılbaşlığın şanını yükseltmek için, Deliorman’a yollandı. Hasan Baba Pehlivan adına ”Demir” (Jelezniya) adını ekledi .
cemvakfi.org
Ahmet Hezarfen, Türkiye’ye geldikten sonra, öğretmen ve müdür olarak birçok yerde görev yaptı.
Sendikalarda, demokratik kitle kuruluşlarında, öğretmen örgütlerinde aktif olarak yer aldı.
Türkiye’deki eğitim ve işçi sorunlarının çözümü için birçok çabanın içinde oldu.
Siyasal görüşlerinden ve faaliyetlerinde n dolayı baskı gördü.
Türk kültürünün zenginliklerini , Anadolu ve Balkanlardaki insanların inançsal, sosyal, tarihi yapılarını çok erken yaşta araştırmaya başladı.
Bu birikimler, onun gözlemleriyle birleşince, kendisinin bu konularda istisnai bir yer edinmesini sağladı.
Osmanlı Arşivlerinde incelemelerde de bulanan Ahmet Hezarfen’in bu alanda birçok ciddi dergide makaleleri, çevirileri yayınlanmıştır.
Özellikle Alevilik/Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, Bulgaristan Deliorman bölgesi başta olmak üzere Türk ve Alevi/Bektaşi Toplumunun, dergahların, halk hareketlerinin tarihsel, Osmanlı dönemindeki belgelerini toparlayan Ahmet Hezarfen’in bugüne kadar çevirdiği belgelerin sayısı binlerle ifade ediliyor.
Osmanlı Arşivlerinden, tarihi bir görevle çevirdiği binlerce belgede, Anadolu ve Balkanlar’da Alevilik Bektaşiliğin sosyal, tarihi boyutunu ve Osmanlı Alevi/Bektaşi ilişkilerini birinci el kaynaklardan, tarihin tozlu raflarından çıkarıp insanlığın yararına sunup onları ölümsüzleştirmi ştir.
Ahmet Hezarfen’in çevirdiği belgeleri nihayetinde kitaplarda toplanmaya başlandı.
Bu konuda yayınlanan 6 kitabının yanında yayınlanmayı bekleyen 10 kitabı daha vardır.
Bizler vefasız bir millet olduğumuz için, tarihi değerlerimizi kolay unutarak harcayabildiğim iz gibi, günümüz değerlerini de inatla görmemezlikten geliyoruz.
Bu toplum bugüne kadar birçok Ahmet Hezarfen çıkaramamışsa bu, bu toplumun kendi suçudur.
Eğer bu toplum Ahmet Hezarfen gibi değrelerinin kıymetini bilmiyorsa bu yine bu toplumun özrüdür.
Hem de telafi edilmez, hiçbir bahanenin arkasına sığınılamayacak kalıcı bir özürdür.
Ayhan Aydın
Akyazılı Sultan ve onun müridi Derviş Hasan Pehlivan Demir Baba’nın ünü, yüzyıllar boyu halkın gönlünde hiç azalmadan artmıştır. Demir Baba’yı anlatır mısınız?
Önce, Denizlerli Haydar Baba’nın bir nefesini vermek istiyorum:
Daldık aşk adlı denize
Erenlerden irdik ize
Akyazılı Sultan bize
Medet himmet kerem eyle
Demir Baba’nın adıyla bir kişinin meydana çıkması, insanların da ona inanıp arkasından gitmesi gerekti.
Bunu idrak eden, Muhammed’in damadı Hz. Ali’nin inancını yayan, bir grup Kızılbaş dervişlerinin mürşidi Akyazılı Baba idi. Bu Kızılbaşlar, Anadolu, İran, Sarımdağı (?) ve Bulgardağı’ndan hayvan sürüleriyle göçüp Dobruca ve Deliorman’a yerleşmiş, oldukça kalabalık ”yürük ocakları”ndan (zadruga) idiler. Akyazılı Baba müritlerine az önce de bahsettiğimiz gibi,
”Biz şarap içmeyi yasaklamayacağı z, kadınlara ferece de giydirmiyeceğiz , mum yakmayı da yasaklamayacağı z, burada İslamiyet’i zorla kabul ettirmişler. Buradaki Hıristiyanlar, Hz. Ali’nin mezhebini gönüllü olarak kabul etsinler. Taraftarlarımız ı çoğaltmak için, burasının yerli kadınlarıyla evlenip çoluk çocuk yetiştirin. Buradaki, insanlar bir ‘Demir Baba’ bekliyor, O’nu, onlara biz vereceğiz. O, derviş bir baba ve burada yerlilerden soylu aile kızı olan anadan doğacak. Bu mürşit, Demir Baba’nın tüm şan ve şöhretini miras olarak alıp bizim adımızı, şanımızı yüceltecek!” diyordu. Bunun için müridlerini Dobruca, Deliorman, Tozluk ve Polomie’ye yolladı. Kendisi de Balçık kasabası yakınında Batova alçağında kalarak, bugünkü Obroçişte (Batova) köyündeki Aziz Atanas Manastırı’nın üzerine tekke ve ocağını kurdu.
Yolladığı dervişler Dobruca, Deliorman, Tozluk ve Polomie’ye giderek her yeri dolaştı. Birçok insanlarla karşılaşarak onların dertlerini, isteklerini dinlediler, dönüp geldiklerinde, herbiri görüp işittiklerini, Akyazılı Baba’ya anlattılar. Bu dervişlerin arasında, Akyazılı Baba’nın çok değer verdiği Ali adında bir derviş vardı. Güçlü, heybetli biriydi. Mürşidini Bulgardağı’ndan Batova’ya sırtında getirebilecek güçteydi. Mürşit ona: ”Ali, sen neredeydin, ne gördün? Anlat, bakalım!” dedi. O da: ”Ben Deliorman’da Kuvancılar (Pçelina) denen bir köyde, varlıklı Müslüman ailede konuk olarak kaldım.
Orada dikkatimi çeken şey, kadınlar şalvarlı değil, fistan giyiyorlar. Bunu ev sahibine sordum, o ‘İslam dinine alıştık; fakat kadınlar bu çuval (torba) gibi şalvara alışamadılar, biz burasının yerlisiyiz’ yanıtını verdi” deyince Akyazılı Baba: ”İşte böyle bir aileden Demir Baba’yı temsil edecek biri doğmalı” diyerek, merakla: ”Daha ne oldu? Öte tarafını da anlat!.” Derviş: ”Akşam namazı kılmaya namazlağı (kilimçe) getirildiğinde, hane sahibinin Zayde adındaki küçük kızı koşarak ‘O benimdir, kimseye vermem’ diyerek, koltuğumdan namazlağı çekip aldı” dedi.
Akyazılı Baba: ”İşte bu küçük kız, Demir Baba’nın anası, Ali, sen de babası olacaksın!” dedi. Hemen Zayde’ye dünürlükçü yolladı. İş yoluna girdikten sonra, Akyazılı Baba büyük düğün cemiyetine kalktı. Düğüne 300 soylu yerli, 300 Yürük ileri gelenleri, tanınmış büyüklerden, başta İstanbul’dan vezirler olmak üzere 300 beye davetiye yollandı. Düğün töreninin, Demir Baba’nın anası ve babası olacak eşler için yapıldığı söylentisi, her tarafa yayıldı. Soylu yerliler, 300 dana; Yürük ileri gelenleri, 300 koç; ünlü kişiler ve devlet büyükleri de çeşitli sırma, ipekli düğün hediyesi getirdiler.
Düğün çok tantanalı oldu, Edirne’den İstanbul’a, Silistre’den Babadağı’na kadar anlatıla anlatıla, dilden düşmedi. Kuvancılar Köyü yerlilerinden zengin Zayde Hanım’la evlenen Akyazılı Baba’nın müridi Ali Dede’nin bir oğulları dünyaya geldi. Adını Hasan koydular. Hasan, Baba’nın öğretileriyle (irşat) çok az ilgileniyor, daha çok akranlarıyla güreşiyor ve hepsini de yeniyordu. Bu nedenle ona Hasan Pehlivan denmeye başlandı. Ana tarafından ünlü soydan geldiği için, Osmanlı ordusuna süvari, sipahi yazıldı, padişahın seferine katılarak, Budapeşte’ye gitti.
Askerlik hizmetini çok beğendi, ruhani babasının yanına dönüp Kızılbaş dervişlerinin şanını yüceltmeyi, Demir Baba’nın halefi olmaya hazırlanmayı unuttu. Akyazılı Baba, vakit geçirmeden çağrılmasına israr etti. Anası Zayde Hanım gönderdiği mektupta: “Ben seni doğurdum ünlü bir veli, sen gene oldun bir deli. At, giyecek hizmetçi yolluyorum sana; hemen dön görevinin başına!” diye yazdı.
Hasan Pehlivan, Budaqeşte’den ayrılarak Deliorman’ın yolunu tuttu. Gelirken Bosna topraklarına uğradı. Orada, Hıristiyan kiliselerinden kovulan Bogomillerin, ailece İslamiyeti kabul ettiklerini gördü. Oradan Ulah ve Boğdan topraklarına saptı, Babadağ’dan geçerek, Batova’daki Akyazılı Baba’nın Ocağı’na ulaştı. Orada Hasan Baba Pehlivan adıyla tekkeye hizmet ederek, otuz yaşından sonra Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tefsirini, tasavvufa ait bilgileri öğrendi ve Demir Baba’nın şan ve şöhretini üzerine aldı. Kızılbaşlığın şanını yükseltmek için, Deliorman’a yollandı. Hasan Baba Pehlivan adına ”Demir” (Jelezniya) adını ekledi .
cemvakfi.org