09-30-2013, 01:40 AM
Cami-Cemevi projesine bir destek de Türk Halk Müziği sanatçısı Belkıs Akkale’den geldi. Kendisi Sünni eşi Alevi olan Belkıs Akkale, 37 yıllık evliliklerinin alevi sünni birlikteliğine en güzel örneklerden birisi olduğunu söyledi.
Akkale, yakın zamanda temeli atılan cami-cemevi-aşevi projesinin karşılıklı güvenin sağlanması için çok güzel bir düşünce olduğunu belirtip sayısının artırılmasını istiyor.
Sanatçı, Gezi’de ölenlere ne kadar üzülüyorsa Suriye ve Mısır’da ölenlere de o kadar üzüldüğünü söylüyor. Kendisi Sünni, eşi Alevi olan Akkale, ülkemizde oluşturulmaya çalışılan Alevi-Sünni gerginliğine karşı ailesini göstererek, en güzel örnek olduklarını anlatıyor. Herkese ısrarla sevgi, saygı, barış ve hoşgörü tavsiye ediyor.
Uzun zamandır sizi göremiyorduk. Şimdi Türküler Bizi Anlatır isimli bir programla ekranlardasınız. Nasıl oluştu bu birliktelik?
Evet, çok heyecanlıyım. Altı usta arkadaş bir araya geldik. Bu türküleri nasıl kurtarırız dedik ve böyle bir proje oluştu. Kemal Aslan projeyi getirince biz resmen üzerine atladık. Bizim de uzun zamandır böyle bir şey aklımızdaydı. Çünkü türküleri eski haline ve gündeme getirebilmek için bir şey yapmalıydık.
Ben, İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Nuray Hafiftaş, Bedri Ayseli ve Süreyya Davulcuoğlu’ndan oluşan güzel bir ekibimiz var. Programlara heyecanla gidiyoruz. TRT Müzik’te cuma akşamları ekranlardayız. Televizyonda üçüncü haftamız oldu.
Türküleri eski haline getirmek için bir araya geldik, dediniz. Neden türküler bu hale geldi?
Kimseyi yargılamak istemiyorum ama gerçekleri konuşmak lazım. Genç arkadaşların bir bölümü türküleri çok hor kullandı. Türküleri kendi çıkarları için kullandılar. Çünkü işleri bitince başka kanallara yöneldiler.
Türkü furyasının olduğu on yıllık dilimdeki genç dinleyici kitlesi türküleri yanlış öğrendi. Türkülerin aslı öyle zannetti. Türküler çok hasar gördü. Bu da bizi çok derinden yaraladı. Biraz geriye çekildik. Bunda biraz kırgınlık, kızgınlık ve belki biraz yorgunluk vardı. Çünkü çok uzun yıllar mücadele verdik türküler için. Bu proje gelince hemen kolları sıvadık. Altı duayen bir araya geldik.
Günümüzde iki sanatçı bile yan yana gelemiyor. Siz nasıl bir araya geldiniz? Hiç tartışma olmuyor mu aranızda?
Bizler, hepimiz idealist insanlarız. İlk sırada para değil, ideallerimiz var. Öte yandan biz usta çırak ilişkisi içinde yetiştik. Biz ustalarımızın yanında ya da türkü söylerken bacak bacak üstüne atamayız. Bu kültürü hazmedememiş insanlar türküleri önemsiz görebilir. Ama bizim için baş tacı. Onun için bizler çok iyi anlaşıyoruz. Başkalarında gördüğümüz kavgalar gürültüler bizde olmaz.
Yorgunluk ve kırgınlıklarımız var, dediniz. Kendi adınıza en büyük kırgınlığınız nedir?
Kültür Bakanlığı’ndan ayrılış sürecimiz beni ve İzzet Altınmeşe’yi çok yordu. O dönem çok kırıldık biz. Çünkü hak etmediğimiz bir şeyle karşılaştık. Biz 16 sene hizmet ettik. Hiçbir konserde rapor almadan büyük bir aşk ve şevkle çalıştık.
Atilla Koç zamanında büyü bir anda bozuldu. Onun bilgisi dahilinde olmamıştır belki, çünkü o konuya vâkıf değildir. Etrafındakiler bir şey söyleyince o gerçek sandı. Onun en büyük hatası, araştırmadan karar vermesi.
Neden ayrılma kararı aldınız?
Bize “Sizin kadronuz Ankara’da, İstanbul’da ne iş yapıyorsunuz? Buraya gelip her gün imza atacaksınız” dediler. Biz memur değiliz ki. Bizim sözleşmemizde böyle bir şey yoktu zaten. Ben görevimi aksatıyorsam ne gerekiyorsa yaparsın. Biz buna ‘hayır’ dedik ve gitmedik.
Seviyemizi ve duruşumuzu bozmadan hakkımızı aramaya çalıştık. Baktık ki olmuyor, bizi anlayamıyorlar, biz de ayrıldık. Bakanı dolduruşa getirdiler. Ama onu dolduruşa getirenlerin halini bir görseniz. Ben Allah’ıma çok inanan bir insanım. O zaman çok yakardım.
Şeker hastası oldum, çok zor günler geçirdim. (Gözleri doluyor) Hiç beklemediğim bir anda çok büyük bir hezeyana uğradık. Ben en zirvedeyken, Belkıs Akkale rüzgârı eserken orayı kabul ettim.
Hakikaten en popüler olduğunuz zamanda neden böyle bir şeyi kabul ettiniz?
Ülkemin kültürüne hizmeti kendime misyon edindim. Böyle düşünürken bu teklifi geri çeviremezdim. Kültür Bakanlığı çatısı altında, ülkemi bilhassa yurtdışında daha iyi temsil ederim diye düşündüm. Ama adeta bize karşı bir organize bürosu gibi çalışıldı. Düğünlere bile göndermeye kalktılar. Ülkenin her köşesine gittik, helali hoş olsun halkımıza. Bunlara üzülmüyorum ama bizim fedakârlıklarımızın farkında olmamaları bizi çok üzdü.
Siz devlet sanatçılığı ödülünü de reddetmişsiniz, değil mi?
Evet. Benim kendi ilkelerim var. Allah’a çok şükür, bu yaşıma kadar hiç eğilip bükülmedim. O dönemde 87 kişiye devlet sanatçılığı verildi. İnanılmaz spekülasyonlar oldu. ‘Ben niye layık görülmedim?’ gibi sanatçılar arasında söylemler oldu. Eşime ‘Sami ben bu şekilde ödülü alamam.’ dedim. Çok şaibeli bir ödüldü.
En son 2009’da bir albüm çıkarmıştınız. Neden yeni albüm yayınlamıyorsunuz?
Şu an Müzik Yorumcuları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıyım, aynı zamanda. Sanatçıların hakları için savaşıyorum. Zaten benim ömrüm savaşmakla geçti. (Gülüyor) Oradaki durumu görüyorum. Gerçekten çok vahim. Müzik sektörü çökmüş durumda. Albüm satışı diye bir şey yok artık. Dijitale döndü her şey. Ama bir taraftan da beni bunca yıl hiç aralıksız sevmeye devam eden dinleyicilerim var. İzzet abi ile bir düet albüm yapıyoruz. Çok güzel türküler var. Ondan sonra da solo bir albüm yapacağım.
Hayatım savaşmakla geçti, dediniz. Bir gecekonduda başlayan ve bugünlere gelen bu mücadele dolu hayat size neler kazandırdı?
İnanılmaz bir saygı kazandırdı. O mücadeleyi verirken insanların tutumları çok önemlidir. Siz samimi ve dik durabiliyorsanız karşınızdaki size inanır. Önemli olan dik, onurlu, şerefli ve namuslu durabilmekti. Ben bunu yaptığıma inanıyorum. Tek başıma değildim tabii bu mücadelede. Benim en büyük kazancım ailemin ve eşim Sami Bey’in yanımda olmasıydı. Onlar beni her tehlikeden korudular.
Şöhret sizi hiç cezbetmedi mi?
Hayır. Benim eşim de çok ilkelidir. Bizim yaşama dair kural ve prensiplerimiz var. Bunların dışında, hiçbir şeye evet demedik. Şu kapıdan o kadar insan girdi ki. Açık çekleri önümüze koyanlar, çantalara para doldurup gelenler oldu. Ama biz inanmadığımız hiçbir şeyin içinde olmadık. Bu saatten sonra olmam da. Para kaybımız oldu ama bu, bizim için önemli değil.
Eşi Sami Yılmaztürk:
Doğruluk çerçevesinde kalıyorsan, haklının yanındaysan, dik duruyorsan o mücadele doğru mücadeledir. Orada bir kayıp olmaz. Hangi kapıyı çalıp girsek herkes kapısını açar ve bizi sofrasına davet eder. Bu anlamda en zengin insanlar biziz.
Sizler gerçekten örnek sanatçılarsınız. Lakin bu dönemde sanatçı figürü oldukça değişti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hepsi için konuşmayalım. Çok aklı başında, mazbut yaşayan genç arkadaşlar var. Fakat birçoğu kayıpta. Biz öyle olmadık. Konserimiz biter koştura koştura eve gelirdik. Eve gelip hemen eşofmanları çekeriz. Ben yemek hazırlarım, Sami sofrayı kurar. Evimizde kendimizi çok mutlu hissediyoruz kendimizi. Yavrumuzu çok seviyoruz. Zaten o evdeyken dışarıda yemek yemek içimize sinmez.
Her fırsatta eşiniz Sami Bey’e olan sevginizi dile getiriyorsunuz. Bu muhabbetin kaynağı ne?
Ben onu doğuran anaya, babasına hep dua ederim ve edeceğim. Beni hiç üzmedi. Bana çok destek veriyor. Hayatı her anlamda paylaşıyoruz. 37 yıl oldu tanışalı. Bu kadar yıl içinde şaka yollu da olsa birbirimize manyak bile demedik. Biz hep o saygı ve sevgiyi koruduk.
Sami Yılmaztürk:
Bu saygıyı evde de, dışarıda da koruduk. Kötü veya yanlış bir şey değil ama biz, gördüğümüz gelenek görenek çerçevesinde Belkıs Hanım’la sokakta bile el ele tutuşamıyorduk. Bu gençlere örnek olmadı ama üç günde sevgili değiştiren insanlar örnek oldu. O noktada da kırılıyorsun, üzülüyorsun.
Türkülere Karşı Bir İkiyüzlülük Var
Türk halk müziği kulvarında günümüzde çok fazla isim yetişmiyor. Bunun sebebi nedir sizce?
Çünkü getirisi az. Müzikle uğraşan gençler şatafatlı ve renkli hayatları görüp öyle bir hayat yaşamak istiyor. Popüler kültürün ürettiği müzik türleri çok para getiriyor. Pop sanatçıları bir gün bile evde oturmuyor. Ama bizim gibi geleneksel müzikle uğraşan insanlar için durum böyle değil.
Kime sorsanız ‘türküler, türkülerimiz’ diyor. Ama iş konsere ya da paraya gelince sizlere yeterince kulvar açılmıyor…
Evet. “Türküler, türkülerimiz, sizi çok seviyoruz. Etkinliğimize gelir misiniz? Oğlumuzun düğününde iki türkü söyler misiniz?” Hep böyle, onun emeğinin karşılığını vermeden rica minnet davetler geliyor genelde. Popüler kültür haksız bir rekabet ortamı sundu. Her şey para değil ama bu insanların da hayatını ikame ettirmesi gerek.
Ülkemizdeki tüm siyasi görüşler türküleri öve öve bitiremiyor. Lakin bütün festivallerde yine pop sanatçılarını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genç kuşak türküleri tanımıyor. Dolayısı ile onlar türkü söyleyenleri de tanımıyorlar. Televizyonda sürekli Murat Boz, Hadise, Hande Yener ve Demet Akalın’ı görüyor. Onlara medyada çok yer ve fırsat veriliyor. Gençler de onları görmeyi istiyor. Gençler ülkemizin nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturduğu için de belediyeler bu isimleri tercih ediyor.
Kendinizden sonraki kuşaklardan kimleri seviyorsunuz?
Zara’yı ve ondan türküler dinlemeyi çok severim. Ama sadece halk müziği değil farklı müzik tarzları ile de uğraşıyor. Sevcan Orhan’ın sesini de çok seviyorum. Ama o da son zamanlarda farklı tarzlara yöneldi. Birçok genç arkadaş türkü ile başlıyor ama sonra yön değiştiriyor. Onları eleştiremem ki. Haklı oldukları yönler var. Çünkü türkülerin getirisi olmayınca onlar da hayatlarını ikame ettirebilmek için farklı kulvarlara yöneliyorlar. Bunu kırmak gerek. Tekrar türkülerin getirisini sağlayabilmek gerek.
Herkes türkü severim diyor ama kimse desteklemiyor
Klasik, caz ve diğer müzik türleri için yapılan festivallere ülkenin en büyük şirketleri sponsor olurken neden bu şirketler türkülere yeterince destek olmuyor?
Kültürü yönetenlere, bilhassa Kültür Bakanlığı’na sesleniyorum. Ben 16 yıl görev yaptım. Hiçbir dönemde halk müziğine ve sanat müziğine yeterince yatırım yapan bir yönetim görmedim. Birçok proje sunduk zamanında. Ama yüzüne bile bakılmadı. Akbank, Garanti Bankası gibi büyük bankalara da birçok proje küfürlü içerikürdük. Ama caza, klasik müziğe destek veren bu bankaların hiçbiri de destek olmadı. Zannetmeyin ki, biz proje üretmiyoruz? Bu kültür elden gidiyor. Kültür Bakanlığı sinemaya, tiyatroya verdiği desteği halk müziğine de versin.
Siz gibi birkaç sanatçı haricinde ülkemizde uzun süredir türkü söyleyenlere türkücü deniyor. Bu ayrımın sebebi nedir?
Arabesk söyleyen birçok kişi albümlerinde türkü de yorumladılar. Onlar arabesk de okudukları için Türk halk müziği sanatçısı denilemez. Bir kavram kargaşası olmasın diye türkücü ismi veriliyor. Bizlerle arabesk söyleyen arkadaşlar arasında yaşam tarzı bakımından da çok büyük fark var. Sanatçı sıfatı almak da kolay bir şey değil. Herkes bunu üstüne kolay bir şekilde yapıştıramaz.
Sami Yılmaztürk:
Bu ülkede Alişan’a türkücü deniliyorsa Belkıs Akkale’ye, ne diyeceksin? Yıldız Tilbe Türk halk müziği sanatçısı ödülü alıyorsa bu işin içinden çıkılmaz.
Yıldız Tilbe demişken, sizin o ödül töreninde bir protestonuz olmuştu Belkıs Hanım. Bunu neden yaptınız?
Çok yanlış buldum. Ben de davetli olarak gitmiştim. O dönemde Zara, Ceylan ve Türkü de adaylar arasındaydı. Çok sinirlendim. Salonda sessizce oturdum ve ödül sırası Yıldız’a geldiğinde ayağa kalktım, protesto ettim. Çünkü biz bunu defalarca dile getirdik. Bu kategorileri düzgün yapın, bizi arabeskçi ve popçu arkadaşlarla yan yana koymayın. Onların isimleri çok popüler olduğu için türkü ile yola çıkan gençlerin önü kesiliyor. Ben orada ayağa kalkarak, yıllarca yanlış yaptınız, yanlış yapmaya devam ediyorsunuz dedim ve çıktım. Ne yapmam gerekiyordu. Sonra biraz düzelme oldu kategorilerde.
Sizinle birlikte akla hemen İzzet Altınmeşe geliyor. Sizi ayrı düşünemiyor çokları. Sahne dışında nasıl bir diyaloğunuz var?
Biz, bacı kardeşiz otuz yıldır. Onun çocukları bana hala derler. İzzet abi, eşimin çocukluk arkadaşı. Adana’da beraber büyümüşler. Çok derin bir dostluğumuz var. İzzet abi benden büyük olduğu için hiçbir zaman ben ona saygıda kusur etmedim.
Belkıs Akkale’nin hayat felsefesi nedir?
Benim dünya görüşüm sevgi, saygı, hoşgörü ve barışa dayalı. Ben sosyal demokrat bir aileden geliyorum. Ben bunu daha da geliştirdim ve hayat felsefemi şöyle belirledim. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, Mevlâna Hazretleri ve Yunus Emre Hazretleri benim rehberim. Hayata güzel bakarım her zaman. Başıma gelen kötü olayların arka yüzünü de düşünürüm. Allah bunu bana nasip ettiyse vardır bunda bir hayır derim.
Cami-cemevi projesi çok güzel ama bir tane yetmez
Bir sanatçı olarak Türkiye ve dünyada sizi en çok neler rahatsız ediyor?
Siyasetteki kavga üslubu beni çok rahatsız ediyor. Bu kavgacı üsluptan inanılmaz rahatsızım. Hem ülkemde hem de dünyada yaşanan savaşlar, ülkemdeki olumsuzluklar beni derinden yaralıyor. Ben Gezi olaylarında ölenlere ne kadar üzüldüysem, Mısır’da, Suriye’de ölenlere de o kadar üzüldüm. Allah’a inanan bir insanım. O’nun yarattığı tüm canlıları seviyorum. Onların başında insanlar var. İnsanlar neden ölsün, dünyada neyi paylaşamıyoruz?
Gezi olaylarından sonra yeni bir Alevi-Sünni gerginliği oluşturulmaya çalışılıyor.
Ben Sünni’yim, eşim de Alevi. 37 yıldır Alevi bir ailenin geliniyim. Onların edep erkânına ve dünya görüşüne hayranım. Biz Sami ile Belkıs olarak çok önemli bir şey yapıyoruz. İnsanlar bize baksın. Alevi bir erkekle Sünni bir kadın nasıl mutlu olmuşlar? Bize baksınlar, biz Alevi-Sünni birlikteliği için güzel bir örneğiz. Başka bir söze gerek yok bence.
Bu birliktelik adına geçtiğimiz günlerde cami ve cemevini aynı çatı altında buluşturacak bir projenin temeli atıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok güzel ve olumlu buluyorum. Fakat toplum şu anda güvensizlik içinde. Alevi toplumu asırlardan bu yana mağdur edilmiş. İnsanların kafasında soru işaretleri ve ‘acaba’lar var. Onun için bir tanesi yetmez. Bunları çoğaltmak lazım. Toplumun güvenini kazanabilmek için bu tür yapılanmaların daha genişletilmesi ve çoğaltılması lazım. Fikir olarak çok güzel ve benim dünya görüşümle birebir örtüşüyor. Güzel bir başlangıç, inşaallah devamı da güzel olur.
Sami Yılmaztürk:
Eğer bu cami ve cemevi projesi bizim evliliğimiz gibi bir yapı oluşturacaksa çok güzel bir düşünce. Alevi kardeşlerimize de Sünni kardeşlerimize de anlayış diliyorum.
Belkıs Akkale:
Bırakalım insanlar bu dünya üzerinde dilediği gibi ibadetlerini yapsınlar. Ülkemiz ve dünya o kadar güzel ki. Her şeyi sevgi ile kucaklayalım. Barış içinde yaşayalım. Ne olur birbirimize karşı sevgi ve saygılı olalım. Kimsenin inancına, rengine, ırkına, yaşam tarzına karışmayalım. İlkelerimiz olsun ama şiddete hayır diyelim. Şiddetten kime fayda gelmiş ki? Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yok.
Belkıs Akkale’nin en büyük hayali nedir?
Şu anda en büyük hayalim, oğlumun mürüvvetini görmek. Nişanlandı, nasipse önümüzdeki yaza evlenecek. Torunlarımı görmek istiyorum.
Zaman
Akkale, yakın zamanda temeli atılan cami-cemevi-aşevi projesinin karşılıklı güvenin sağlanması için çok güzel bir düşünce olduğunu belirtip sayısının artırılmasını istiyor.
Sanatçı, Gezi’de ölenlere ne kadar üzülüyorsa Suriye ve Mısır’da ölenlere de o kadar üzüldüğünü söylüyor. Kendisi Sünni, eşi Alevi olan Akkale, ülkemizde oluşturulmaya çalışılan Alevi-Sünni gerginliğine karşı ailesini göstererek, en güzel örnek olduklarını anlatıyor. Herkese ısrarla sevgi, saygı, barış ve hoşgörü tavsiye ediyor.
Uzun zamandır sizi göremiyorduk. Şimdi Türküler Bizi Anlatır isimli bir programla ekranlardasınız. Nasıl oluştu bu birliktelik?
Evet, çok heyecanlıyım. Altı usta arkadaş bir araya geldik. Bu türküleri nasıl kurtarırız dedik ve böyle bir proje oluştu. Kemal Aslan projeyi getirince biz resmen üzerine atladık. Bizim de uzun zamandır böyle bir şey aklımızdaydı. Çünkü türküleri eski haline ve gündeme getirebilmek için bir şey yapmalıydık.
Ben, İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Nuray Hafiftaş, Bedri Ayseli ve Süreyya Davulcuoğlu’ndan oluşan güzel bir ekibimiz var. Programlara heyecanla gidiyoruz. TRT Müzik’te cuma akşamları ekranlardayız. Televizyonda üçüncü haftamız oldu.
Türküleri eski haline getirmek için bir araya geldik, dediniz. Neden türküler bu hale geldi?
Kimseyi yargılamak istemiyorum ama gerçekleri konuşmak lazım. Genç arkadaşların bir bölümü türküleri çok hor kullandı. Türküleri kendi çıkarları için kullandılar. Çünkü işleri bitince başka kanallara yöneldiler.
Türkü furyasının olduğu on yıllık dilimdeki genç dinleyici kitlesi türküleri yanlış öğrendi. Türkülerin aslı öyle zannetti. Türküler çok hasar gördü. Bu da bizi çok derinden yaraladı. Biraz geriye çekildik. Bunda biraz kırgınlık, kızgınlık ve belki biraz yorgunluk vardı. Çünkü çok uzun yıllar mücadele verdik türküler için. Bu proje gelince hemen kolları sıvadık. Altı duayen bir araya geldik.
Günümüzde iki sanatçı bile yan yana gelemiyor. Siz nasıl bir araya geldiniz? Hiç tartışma olmuyor mu aranızda?
Bizler, hepimiz idealist insanlarız. İlk sırada para değil, ideallerimiz var. Öte yandan biz usta çırak ilişkisi içinde yetiştik. Biz ustalarımızın yanında ya da türkü söylerken bacak bacak üstüne atamayız. Bu kültürü hazmedememiş insanlar türküleri önemsiz görebilir. Ama bizim için baş tacı. Onun için bizler çok iyi anlaşıyoruz. Başkalarında gördüğümüz kavgalar gürültüler bizde olmaz.
Yorgunluk ve kırgınlıklarımız var, dediniz. Kendi adınıza en büyük kırgınlığınız nedir?
Kültür Bakanlığı’ndan ayrılış sürecimiz beni ve İzzet Altınmeşe’yi çok yordu. O dönem çok kırıldık biz. Çünkü hak etmediğimiz bir şeyle karşılaştık. Biz 16 sene hizmet ettik. Hiçbir konserde rapor almadan büyük bir aşk ve şevkle çalıştık.
Atilla Koç zamanında büyü bir anda bozuldu. Onun bilgisi dahilinde olmamıştır belki, çünkü o konuya vâkıf değildir. Etrafındakiler bir şey söyleyince o gerçek sandı. Onun en büyük hatası, araştırmadan karar vermesi.
Neden ayrılma kararı aldınız?
Bize “Sizin kadronuz Ankara’da, İstanbul’da ne iş yapıyorsunuz? Buraya gelip her gün imza atacaksınız” dediler. Biz memur değiliz ki. Bizim sözleşmemizde böyle bir şey yoktu zaten. Ben görevimi aksatıyorsam ne gerekiyorsa yaparsın. Biz buna ‘hayır’ dedik ve gitmedik.
Seviyemizi ve duruşumuzu bozmadan hakkımızı aramaya çalıştık. Baktık ki olmuyor, bizi anlayamıyorlar, biz de ayrıldık. Bakanı dolduruşa getirdiler. Ama onu dolduruşa getirenlerin halini bir görseniz. Ben Allah’ıma çok inanan bir insanım. O zaman çok yakardım.
Şeker hastası oldum, çok zor günler geçirdim. (Gözleri doluyor) Hiç beklemediğim bir anda çok büyük bir hezeyana uğradık. Ben en zirvedeyken, Belkıs Akkale rüzgârı eserken orayı kabul ettim.
Hakikaten en popüler olduğunuz zamanda neden böyle bir şeyi kabul ettiniz?
Ülkemin kültürüne hizmeti kendime misyon edindim. Böyle düşünürken bu teklifi geri çeviremezdim. Kültür Bakanlığı çatısı altında, ülkemi bilhassa yurtdışında daha iyi temsil ederim diye düşündüm. Ama adeta bize karşı bir organize bürosu gibi çalışıldı. Düğünlere bile göndermeye kalktılar. Ülkenin her köşesine gittik, helali hoş olsun halkımıza. Bunlara üzülmüyorum ama bizim fedakârlıklarımızın farkında olmamaları bizi çok üzdü.
Siz devlet sanatçılığı ödülünü de reddetmişsiniz, değil mi?
Evet. Benim kendi ilkelerim var. Allah’a çok şükür, bu yaşıma kadar hiç eğilip bükülmedim. O dönemde 87 kişiye devlet sanatçılığı verildi. İnanılmaz spekülasyonlar oldu. ‘Ben niye layık görülmedim?’ gibi sanatçılar arasında söylemler oldu. Eşime ‘Sami ben bu şekilde ödülü alamam.’ dedim. Çok şaibeli bir ödüldü.
En son 2009’da bir albüm çıkarmıştınız. Neden yeni albüm yayınlamıyorsunuz?
Şu an Müzik Yorumcuları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıyım, aynı zamanda. Sanatçıların hakları için savaşıyorum. Zaten benim ömrüm savaşmakla geçti. (Gülüyor) Oradaki durumu görüyorum. Gerçekten çok vahim. Müzik sektörü çökmüş durumda. Albüm satışı diye bir şey yok artık. Dijitale döndü her şey. Ama bir taraftan da beni bunca yıl hiç aralıksız sevmeye devam eden dinleyicilerim var. İzzet abi ile bir düet albüm yapıyoruz. Çok güzel türküler var. Ondan sonra da solo bir albüm yapacağım.
Hayatım savaşmakla geçti, dediniz. Bir gecekonduda başlayan ve bugünlere gelen bu mücadele dolu hayat size neler kazandırdı?
İnanılmaz bir saygı kazandırdı. O mücadeleyi verirken insanların tutumları çok önemlidir. Siz samimi ve dik durabiliyorsanız karşınızdaki size inanır. Önemli olan dik, onurlu, şerefli ve namuslu durabilmekti. Ben bunu yaptığıma inanıyorum. Tek başıma değildim tabii bu mücadelede. Benim en büyük kazancım ailemin ve eşim Sami Bey’in yanımda olmasıydı. Onlar beni her tehlikeden korudular.
Şöhret sizi hiç cezbetmedi mi?
Hayır. Benim eşim de çok ilkelidir. Bizim yaşama dair kural ve prensiplerimiz var. Bunların dışında, hiçbir şeye evet demedik. Şu kapıdan o kadar insan girdi ki. Açık çekleri önümüze koyanlar, çantalara para doldurup gelenler oldu. Ama biz inanmadığımız hiçbir şeyin içinde olmadık. Bu saatten sonra olmam da. Para kaybımız oldu ama bu, bizim için önemli değil.
Eşi Sami Yılmaztürk:
Doğruluk çerçevesinde kalıyorsan, haklının yanındaysan, dik duruyorsan o mücadele doğru mücadeledir. Orada bir kayıp olmaz. Hangi kapıyı çalıp girsek herkes kapısını açar ve bizi sofrasına davet eder. Bu anlamda en zengin insanlar biziz.
Sizler gerçekten örnek sanatçılarsınız. Lakin bu dönemde sanatçı figürü oldukça değişti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hepsi için konuşmayalım. Çok aklı başında, mazbut yaşayan genç arkadaşlar var. Fakat birçoğu kayıpta. Biz öyle olmadık. Konserimiz biter koştura koştura eve gelirdik. Eve gelip hemen eşofmanları çekeriz. Ben yemek hazırlarım, Sami sofrayı kurar. Evimizde kendimizi çok mutlu hissediyoruz kendimizi. Yavrumuzu çok seviyoruz. Zaten o evdeyken dışarıda yemek yemek içimize sinmez.
Her fırsatta eşiniz Sami Bey’e olan sevginizi dile getiriyorsunuz. Bu muhabbetin kaynağı ne?
Ben onu doğuran anaya, babasına hep dua ederim ve edeceğim. Beni hiç üzmedi. Bana çok destek veriyor. Hayatı her anlamda paylaşıyoruz. 37 yıl oldu tanışalı. Bu kadar yıl içinde şaka yollu da olsa birbirimize manyak bile demedik. Biz hep o saygı ve sevgiyi koruduk.
Sami Yılmaztürk:
Bu saygıyı evde de, dışarıda da koruduk. Kötü veya yanlış bir şey değil ama biz, gördüğümüz gelenek görenek çerçevesinde Belkıs Hanım’la sokakta bile el ele tutuşamıyorduk. Bu gençlere örnek olmadı ama üç günde sevgili değiştiren insanlar örnek oldu. O noktada da kırılıyorsun, üzülüyorsun.
Türkülere Karşı Bir İkiyüzlülük Var
Türk halk müziği kulvarında günümüzde çok fazla isim yetişmiyor. Bunun sebebi nedir sizce?
Çünkü getirisi az. Müzikle uğraşan gençler şatafatlı ve renkli hayatları görüp öyle bir hayat yaşamak istiyor. Popüler kültürün ürettiği müzik türleri çok para getiriyor. Pop sanatçıları bir gün bile evde oturmuyor. Ama bizim gibi geleneksel müzikle uğraşan insanlar için durum böyle değil.
Kime sorsanız ‘türküler, türkülerimiz’ diyor. Ama iş konsere ya da paraya gelince sizlere yeterince kulvar açılmıyor…
Evet. “Türküler, türkülerimiz, sizi çok seviyoruz. Etkinliğimize gelir misiniz? Oğlumuzun düğününde iki türkü söyler misiniz?” Hep böyle, onun emeğinin karşılığını vermeden rica minnet davetler geliyor genelde. Popüler kültür haksız bir rekabet ortamı sundu. Her şey para değil ama bu insanların da hayatını ikame ettirmesi gerek.
Ülkemizdeki tüm siyasi görüşler türküleri öve öve bitiremiyor. Lakin bütün festivallerde yine pop sanatçılarını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genç kuşak türküleri tanımıyor. Dolayısı ile onlar türkü söyleyenleri de tanımıyorlar. Televizyonda sürekli Murat Boz, Hadise, Hande Yener ve Demet Akalın’ı görüyor. Onlara medyada çok yer ve fırsat veriliyor. Gençler de onları görmeyi istiyor. Gençler ülkemizin nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturduğu için de belediyeler bu isimleri tercih ediyor.
Kendinizden sonraki kuşaklardan kimleri seviyorsunuz?
Zara’yı ve ondan türküler dinlemeyi çok severim. Ama sadece halk müziği değil farklı müzik tarzları ile de uğraşıyor. Sevcan Orhan’ın sesini de çok seviyorum. Ama o da son zamanlarda farklı tarzlara yöneldi. Birçok genç arkadaş türkü ile başlıyor ama sonra yön değiştiriyor. Onları eleştiremem ki. Haklı oldukları yönler var. Çünkü türkülerin getirisi olmayınca onlar da hayatlarını ikame ettirebilmek için farklı kulvarlara yöneliyorlar. Bunu kırmak gerek. Tekrar türkülerin getirisini sağlayabilmek gerek.
Herkes türkü severim diyor ama kimse desteklemiyor
Klasik, caz ve diğer müzik türleri için yapılan festivallere ülkenin en büyük şirketleri sponsor olurken neden bu şirketler türkülere yeterince destek olmuyor?
Kültürü yönetenlere, bilhassa Kültür Bakanlığı’na sesleniyorum. Ben 16 yıl görev yaptım. Hiçbir dönemde halk müziğine ve sanat müziğine yeterince yatırım yapan bir yönetim görmedim. Birçok proje sunduk zamanında. Ama yüzüne bile bakılmadı. Akbank, Garanti Bankası gibi büyük bankalara da birçok proje küfürlü içerikürdük. Ama caza, klasik müziğe destek veren bu bankaların hiçbiri de destek olmadı. Zannetmeyin ki, biz proje üretmiyoruz? Bu kültür elden gidiyor. Kültür Bakanlığı sinemaya, tiyatroya verdiği desteği halk müziğine de versin.
Siz gibi birkaç sanatçı haricinde ülkemizde uzun süredir türkü söyleyenlere türkücü deniyor. Bu ayrımın sebebi nedir?
Arabesk söyleyen birçok kişi albümlerinde türkü de yorumladılar. Onlar arabesk de okudukları için Türk halk müziği sanatçısı denilemez. Bir kavram kargaşası olmasın diye türkücü ismi veriliyor. Bizlerle arabesk söyleyen arkadaşlar arasında yaşam tarzı bakımından da çok büyük fark var. Sanatçı sıfatı almak da kolay bir şey değil. Herkes bunu üstüne kolay bir şekilde yapıştıramaz.
Sami Yılmaztürk:
Bu ülkede Alişan’a türkücü deniliyorsa Belkıs Akkale’ye, ne diyeceksin? Yıldız Tilbe Türk halk müziği sanatçısı ödülü alıyorsa bu işin içinden çıkılmaz.
Yıldız Tilbe demişken, sizin o ödül töreninde bir protestonuz olmuştu Belkıs Hanım. Bunu neden yaptınız?
Çok yanlış buldum. Ben de davetli olarak gitmiştim. O dönemde Zara, Ceylan ve Türkü de adaylar arasındaydı. Çok sinirlendim. Salonda sessizce oturdum ve ödül sırası Yıldız’a geldiğinde ayağa kalktım, protesto ettim. Çünkü biz bunu defalarca dile getirdik. Bu kategorileri düzgün yapın, bizi arabeskçi ve popçu arkadaşlarla yan yana koymayın. Onların isimleri çok popüler olduğu için türkü ile yola çıkan gençlerin önü kesiliyor. Ben orada ayağa kalkarak, yıllarca yanlış yaptınız, yanlış yapmaya devam ediyorsunuz dedim ve çıktım. Ne yapmam gerekiyordu. Sonra biraz düzelme oldu kategorilerde.
Sizinle birlikte akla hemen İzzet Altınmeşe geliyor. Sizi ayrı düşünemiyor çokları. Sahne dışında nasıl bir diyaloğunuz var?
Biz, bacı kardeşiz otuz yıldır. Onun çocukları bana hala derler. İzzet abi, eşimin çocukluk arkadaşı. Adana’da beraber büyümüşler. Çok derin bir dostluğumuz var. İzzet abi benden büyük olduğu için hiçbir zaman ben ona saygıda kusur etmedim.
Belkıs Akkale’nin hayat felsefesi nedir?
Benim dünya görüşüm sevgi, saygı, hoşgörü ve barışa dayalı. Ben sosyal demokrat bir aileden geliyorum. Ben bunu daha da geliştirdim ve hayat felsefemi şöyle belirledim. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, Mevlâna Hazretleri ve Yunus Emre Hazretleri benim rehberim. Hayata güzel bakarım her zaman. Başıma gelen kötü olayların arka yüzünü de düşünürüm. Allah bunu bana nasip ettiyse vardır bunda bir hayır derim.
Cami-cemevi projesi çok güzel ama bir tane yetmez
Bir sanatçı olarak Türkiye ve dünyada sizi en çok neler rahatsız ediyor?
Siyasetteki kavga üslubu beni çok rahatsız ediyor. Bu kavgacı üsluptan inanılmaz rahatsızım. Hem ülkemde hem de dünyada yaşanan savaşlar, ülkemdeki olumsuzluklar beni derinden yaralıyor. Ben Gezi olaylarında ölenlere ne kadar üzüldüysem, Mısır’da, Suriye’de ölenlere de o kadar üzüldüm. Allah’a inanan bir insanım. O’nun yarattığı tüm canlıları seviyorum. Onların başında insanlar var. İnsanlar neden ölsün, dünyada neyi paylaşamıyoruz?
Gezi olaylarından sonra yeni bir Alevi-Sünni gerginliği oluşturulmaya çalışılıyor.
Ben Sünni’yim, eşim de Alevi. 37 yıldır Alevi bir ailenin geliniyim. Onların edep erkânına ve dünya görüşüne hayranım. Biz Sami ile Belkıs olarak çok önemli bir şey yapıyoruz. İnsanlar bize baksın. Alevi bir erkekle Sünni bir kadın nasıl mutlu olmuşlar? Bize baksınlar, biz Alevi-Sünni birlikteliği için güzel bir örneğiz. Başka bir söze gerek yok bence.
Bu birliktelik adına geçtiğimiz günlerde cami ve cemevini aynı çatı altında buluşturacak bir projenin temeli atıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok güzel ve olumlu buluyorum. Fakat toplum şu anda güvensizlik içinde. Alevi toplumu asırlardan bu yana mağdur edilmiş. İnsanların kafasında soru işaretleri ve ‘acaba’lar var. Onun için bir tanesi yetmez. Bunları çoğaltmak lazım. Toplumun güvenini kazanabilmek için bu tür yapılanmaların daha genişletilmesi ve çoğaltılması lazım. Fikir olarak çok güzel ve benim dünya görüşümle birebir örtüşüyor. Güzel bir başlangıç, inşaallah devamı da güzel olur.
Sami Yılmaztürk:
Eğer bu cami ve cemevi projesi bizim evliliğimiz gibi bir yapı oluşturacaksa çok güzel bir düşünce. Alevi kardeşlerimize de Sünni kardeşlerimize de anlayış diliyorum.
Belkıs Akkale:
Bırakalım insanlar bu dünya üzerinde dilediği gibi ibadetlerini yapsınlar. Ülkemiz ve dünya o kadar güzel ki. Her şeyi sevgi ile kucaklayalım. Barış içinde yaşayalım. Ne olur birbirimize karşı sevgi ve saygılı olalım. Kimsenin inancına, rengine, ırkına, yaşam tarzına karışmayalım. İlkelerimiz olsun ama şiddete hayır diyelim. Şiddetten kime fayda gelmiş ki? Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yok.
Belkıs Akkale’nin en büyük hayali nedir?
Şu anda en büyük hayalim, oğlumun mürüvvetini görmek. Nişanlandı, nasipse önümüzdeki yaza evlenecek. Torunlarımı görmek istiyorum.
Zaman