Alevi Forum

Tam Versiyon: Mum söndü nedir? Mum söndü iftirası
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Mum Söndü Olayı Nedir? Aleviler mum söndü yapar mı?

Mum söndü ifadesi Kızılbaşlara yani Alevilere Osmanlı'dan bu yana atılan bir iftiradır. Alevilerin Hacı Bektaş Veli'den öğrendikleri desturu:" Eline diline beline sahip ol" dur. Aleviler cem ibadetlerine başlamadan önce iki tane mum yakarlar. Bu mumları Hz.Muhammed Mustafa'yı ve Şahımerdan Ali'yi temsil eder. Ayrıca türbelerde yatan evliyaları ziyaret ettiğimizde orada yatan evliyanın Ehlibeyt ışığı,piri olması dolayısıyla ışığının sönmediğini anlatmak için temsilen mum yakarız ve Evliyanın yüzü suyu hürmetine hem o pirden hem de Hak Muhammed Ali'den dilek dileriz...

İbadet için yakılan mumların dışında, mum söndü gibi aşşağılık bir hakaret yoktur ve olamaz da...

Mum söndürmek gibi gayri ahlaki bir davranış varmış gibi yüzyıllardır süregelen iftiralara cevap vermek bile abest ve iştigaldir.

Aynı soruyu veya iftirayı birinin size sorduğunu düşünür müsünüz? Nasıl bir cevap verirsiniz? Yok abi ben bacımla,annemle beraber olmuyorum mu diyeceksiniz !!! Hangi akıl,hangi vicdan,hangi din böyle bir rezilliğe izin verir?

Etiketler: mum söndü nasıl yapılır,mum söndü nedir video,mum söndü nedir nasıl yapılır,kızılbaş nedir,alevilik nedir mum söndü nedir,mum söndü nedir vikipedi,mum söndü oyunu,mum söndü video




İŞTE İSİM İSİM “MUM SÖNDÜ ”HAKARETİNİ YAPANLAR

Mehmet Ali Erbil’in canlı programda 'Mum söndü mü yapıyoruz burada?' demesi birçok açıklamada “gaf” olarak nitelendirildi, hatta bazı haberler “inanılmaz gaf” olarak başlık attı.

Mehmet Ali Erbil de Alevi kamuoyunda oluşan haklı tepkiler üzerine Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında yaptığı açıklama özrünü kabahatinden büyük hale getirdi. Erbil, “'mum söndü mü yapıyoruz burada?” ifadesini “iyiniyet” olarak niteleyerek“benim iyi niyetli de olsa ağzımdan çıkan bir söz onları incitmişse çok özür dilerim” dedi. “İyiniyetli” Erbil üstelik çok masum havalarda “ben bunu bilsem ben Mehmet Ali Erbil olarak nasıl böyle bir şey söylerim” deyiverdi. Ahmet Hakan da “Erbil'in kötü bir niyeti olmadığını anlaşılan sadece bilgisizlikten kaynaklanan bir kazanın söz konusu olduğunu” söyleyerek olayı kapattı.

Alevi toplumu biliyor ki, bu söylem ne bir “gaf”, ne bir “iş kazası” ne de “bilgisizlik”. Bu söylemlerin hepsi açıkça yalan! Mehmet Ali Erbil “Mum söndü”nün ne anlama gelmeyeceğini bilmeyecek! Kimi kandırıyor? Aleviler de, Sünniler de bunun bir hakaret olduğunu çok iyi biliyorlar.

Yüzlerce yıla yayılan bu hakaretler Sünni çoğunluğun bilinçaltına, hatta genlerine yerleşmiş. Bu hakaretler son yıllarda Alevilerin yükselen mücadelesinden dolayı azalmış olsa da, cezai bir yaptırımla karşılaşılmadığı için en son Mehmet Ali Erbil örneğinde olduğu gibi zaman zaman bilinçaltından çıkıyor ve “doğal bir refleks olarak” dışa vuruyor. Tepki oluşunca da “valla billa ben böyle demedim, yanlış anlaşıldım” deyiveriyorlar.

Bunların sayısı sanıldığı gibi az değildir. Her yerde varlardır. Üzerlerine gidince topu hep başkasına atarlar. Söylediklerine de sahip çıkamazlar. Üstelik arkasından sana akıl vermeye çalışırlar: Farklı inançlara, farklı kültürlere ne kadar saygılı olduklarını, kendi dünyalarında bu köken sahibi insanlarla ilişkilerinden dem vururlar. Eşi, dostu, askerlik arkadaşı, yurt arkadaşı, iş arkadaşı mutlaka birden bire Alevi ya da Kürt olur. Tavır koyunca, ’ötekini’ hatırlayan bu zat-ı muhteremler, her nedense ’duydukları bu aşağılık sözleri, iftiraları’ , bu iftiraları yayanların suratlarına vurmazlar. Bu iftiraları söyleyenlere bir şey demeyen bu kişiler, üstelik söylenenleri de ’ben demiyorum, başkaları söylüyor’ diye de sürekli yayarlar…

Lafı uzatmaya gerek yok, bırakın çok uzak geçmişi yakın geçmiş bile Alevilere yönelik bu hakaretlerle dolu. Daha referandumda “Alevilerin katli vaciptir” diyen Şeyhülislam Ebusuut Efendi’yi “örnek insan, büyük alim” diye gösteren bir başbakan olunca, gerisi laf-ı güzaf!

Bu hakaretlere cezai ve maddi yaptırım uygulanmadığı sürece, medyada bu iftiralar, hakaretler teşhir edilmediği sürece hakaret edenlerin yalnızca ismi değişir, hakaretler devam eder…

İşte Alevilere yönelik yapılan aşağılık hakaretlerden, iftiralardan yalnızca birkaç örnek. Üstelik “cahillerden” değil “aydınlardan, sanatçılardan, önemli şahsiyetlerden”!

Yıl 1923: (Son baskı 1999): Türk edebiyatın önemli isimlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ‘Nur Baba’ adlı romanındaki bölüm başlıklarından biri şöyle: “Bir Bektaşi Tekkesinde Mumlar Nasıl Söner”...

Yıl 1971: Reşat Nuri Güntekin’in Aleviler’i aşağılayan “Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti” adlı eserinin 13. sayfasındaki diyalog şöyledir: ’‘Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur... Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun...’’ Kitap MEB tarafından basılır ve dağıtılır.

Yıl 1973: Hüseyin Rahmi Gürpınar ‘Toraman’ adlı romanında şöyle yazar: “Tanrım insanı bir kere şaşırtmasın. Herif artık bu hırtlamba karının yüzüne bakmaktan bıktı. Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam... Kızılbaş mıdır nedir”

Yıl 1977: Prof. Nebahat Küyel için "Felsefeye Başlangıç" adlı kitabında Aleviler’e hakeret ettiğinden dolayı dava açıldı.

Yıl 1988: Zaman Gazetesi'nin bulmaca köşesinde soruyor; "Ehli sünnet dışı sapık bir mezhep?" Cevap: Aleviler.

Yıl 1989: Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun 2 Mart 1989 tarih ve 1420 sayılı yasa ile eğitim ve öğretim açısından uygun bulduğu İngilizce sözlükte Ensest sözcüğünün Türkçe karşılığı şöyle yazılmış: "Akraba ile zina, Kızılbaşlık"! Aynı ifade Milli Eğitim Bakanlığı FONO Açık öğretim kurumu tarafından Aydın Karaahmetoğlu ile Ali Bayram'a hazırlanan Fransızca-Türkçe sözlükte değişmeden yer almış: "Akraba ile zina, Kızılbaşlık."

Yıl 1994: Güner Ümit 9 Ocak tarihinde televizyon programında hamile bir kadın rolündeki arkadaşına sanki çok doğalmış gibi "sen Kızılbaşlar gibi babandan mı aldın o çocuğu" der.

Yıl 1997: Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, "Aydınlık Türkiye İçin Bir Dakika Karanlık" eylemleri için "Mum söndü oynuyorlar" dedi.

Yıl 2004: Yine Milli Eğitim Bakanlığı, tarafından ilk ve ortaöğretim öğrencilerine önerilen 100 Temel Eser arasında yer alan Ömer Seyfettin’in “Harem” adlı yeni baskı kitabında “…Evvel zamanda, insanlar daha hayvanlara pek yakın iken, ferdi izdivaç yokmuş. Sürü halinde yaşarlarmış. Kabilenin bütün erkekleri, bütün kadınların musavi surette kocası imiş. (…) Doğan çocukların anası babası da kabilenin, bütün halkı imiş. Bu hal ayin gibi hala bazı cemaatlerde devam eder. Mesela Kızılbaşlar gibi… Ne ise…”

Yıl 2005: Haldun Taner’in Milli Eğitim Bakanlığı, tarafından ilk ve ortaöğretim öğrencilerine önerilen 100 Temel Eser arasında yer alan “Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu' adlı (yeni baskı) kitabında yer alan iki cümle ise şöyle: "Bırak alasen müdür bey. Bazen kanıma dokanıyor vallaha. Sen onun oruçlu olduğuna inanıyor musun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe dinli kızılbaştır o! Müslüman olsa acımak bilir." … “Ve iste o anda, tövbeler olsun, abla-kardeş, Kızılbaşlar gibi sarmaş dolaş oluverdik."

Yıl 2007: Yer Almanya ve ARD televizyonu: Bir dizi filmde bir Türk ailesi Alevi olarak gösteriliyor ve “mum söndü” çağrışımı işleniyor.

Yıl 2007: İnternetten Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ne girip "mum söndü" diye yazdığınızda karşınıza şu cevap çıkıyor: " Cem ayinlerinde, aydınlatmak için kullanılan mumun tören bitiminde söndürülmesinin yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkmış bir inanış."

Yıl 2009: Star TV’de bir programda kendisinden küçük bir kadınla evlendirilmek istenen kişi sunucuya sorar: “Kızım ben Kızılbaş mıyım?”

Yıl 2010: Yer yine Star TV, bu kez Mehmet Ali Erbil sorar: “Mum söndü mü yapıyoruz burada?”

Bu kadar kirlenmişlik, bu kadar örnek: Hepsi “gaf”, hepsi “iş kazası”, hepsi “tesadüf”.

Sonra da kendilerinin iyi niyetlerine inanmamızı bekliyorlar. Pes doğrusu!

Siz Alevi olsanız ne yapardınız?

Necdet Saraç

Odatv.com

bektasi

Alevileri tanımak isteyen arkadaşların "...ya çok duyuyoruz Mum söndü nedir?" sordukları kepaze bir sorudur. Bir insanın mum söndü iftirasına inanması ne vicdana ne de insanlığa sığar. Aynı soruyu birisi size yöneltse ne hissederseniz? İnsanların empati kurması ve atılan iftiranın büyüklüğünü kestirmeleri gerekir.

Toplumu bölmek isteyen,kutuplara ayırmak suretiyle kin ve nefret yaratmak isteyenlerin bu yarayı kaşıdıklarını biliyoruz. Herkesin akıllarını başına alması gerekir.

Efendim biz Kızılbaşlara diyoruz siz neden üstünüze alınıyorsunuz ki diyen tarih bilmezler,biliniz ki Kızılbaş demek Alevi demektir. Alevi demek Bektaşi/Nusayri/Tahtacı/Şii demektir. Ehlibeyt ağacının hepsi birer dalıdır ve hepsi de bizim için önemlidir,değerlidir.
Kızılbaşlık ve mum söndü

Anadolu Aleviliğinin tarihsel süreçteki adı Kızılbaşlık'tır. Bu kelimenin içini dolduran anlam yüzyıllar içinde değişmiş, bir zamanlar "Kızılbaşlık gibi unvanımız var" diye övünülen bir isim iken bugün saklanan bir kimlik haline dönüşmüştür.

Alevilere neden Kızılbaş denildiğine dair pek çok rivayet vardır. İsmin kökenini Uhud harbinde Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa'yı savunurken on altı yerinden yaralanıp başlığı al kanlara bulanan Hz. Ali hakkında kullanılmış bir tabir gibi gösterenler yanında, Şamanların kızıl bir başlığa bürünerek ayinlerini yönetmelerinden dolayı işi İslam öncesi dönemlere küfürlü içerikürenler vardır. Bu iki uç görüş arasında Kızılbaş adına yorum getiren daha pek çok rivayet mevcuttur. Bu rivayetler günümüz Aleviliğinin çeşitliliğini ve makasın uçları arasındaki geniş yelpazeyi de işaret etmektedir. Yani Kızılbaşlığı Sünni İslam dairesine yaklaştırarak namaz kılıp oruç tutan bir Alevilik ile "Ali'siz Alevilik"i savunarak İslam öncesi Şamanlıkla bağlantı kurmayı tercih eden bir Alevilik arasında gidip gelen kültürel bağ. Başına kırmızı serpuş dolayan bir Alevi dedesinin "Kızıl-baş"lığı her iki uca da hükmetme iddiasında; heyhat!..

Kızılbaş adı Şah İsmail döneminde yaygınlaşıp resmileşmiş ve tarihsel süreçte bir övünç vesilesi olmuştur. İsmail'in babası Şeyh Haydar, Erdebil tekkesi müritlerine on iki dilimli kızıl bir taç giydirip kızıl sarık sarmaya başladığında müritlerini manevi derecelerine göre tasnif edip aynı kızıl başlığı sarıklı veya sarıksız olarak giydirmiştir. İsmail bu uygulamayı devam ettirmiş, şeyhliğini şahlığa tahvil edince de askerlerine, halifelerine, dai ve nökerlerine aynı kızıl başlığı giyindirmiştir. Güçlü bir devlet olup da II. Bayezid ile yaptığı andlaşma gereği askerlerini Anadolu'dan Suriye'ye geçirdiği vakit Anadolu'daki mürit ve muhipleri de kızıl başlık kullanmaya başlamışlar, Yavuz Sultan Selim döneminde de bunu bir kimlik göstergesi saymışlardı. Anadolu Aleviliğinin "Kızılbaş" adını kullanması ve diğerlerinin de onları bu adla anması o yıllarda başlamış, kızıl başlıklar ile beyaz başlıkların savaşı olan Çaldıran'dan sonra da yaygınlaşmıştır. Zaten Türkler arasında başa takılan başlıklara izafeten boy ve oymak isimleri eskiden beri kullanılmaktaydı. Siyah başlık (papak, kalpak) giydikleri için "Karakalpak" veya "Karapapak" diye anılan Türk boyu veya Anadolu'da "Karabörk", "Karabörklü", Kızılbörklü", "Akbaşlı" ve "Akbaşlar" diye adlandırılmış eski köyler bunun örneğiydi. Keza XVI. yüzyılda Özbek askerleri yeşil başlık kullandıkları için "Yeşilbaşlar", Karakoyunlular kara başlık kullandıkları için "Karabaşlar", Osmanlı askeri de beyaz başlık kullandığı için "Akbaşlar" olarak anılabiliyordu.

Şah İsmail'den sonra ne oldu?

Kızılbaş adı bir hakaretin adına dönüştü. Birisine Kızılbaş denildiğinde onu aşağılama ve hamiyetsizlik iması öne çıkar oldu. Osmanlılar döneminde bu adı hakaret için kullananlar daha ziyade resmi ideolojinin temsilcileri idiler ve Kızılbaşlık düşüncesiyle mücadele için bunu yapıyorlardı. Onlara göre, durmadan isyanlara kalkışan, durmadan devletin başına çorap ören bu gruba karşı yaptırım ve cezaları haklı gösterecek bir zemin gerekiyordu. Gel gelelim, ötekileştirme çabası bilhassa Cumhuriyet'in ilanını takip eden yıllarda daha da arttı ve Kızılbaşlık gayr-i ahlakî bir tavır ile tanımlanır oldu. Bunun en belirgin göstergesi de "mum söndü" safsatasıyla örtüştürülerek halkın dimağlarına kazındı. Oysa "mum söndü" ifadesi, Kur'an'ın dışlandığı, imanın içinin boşaltıldığı, tekkelerin kapatıldığı, ibadetlerle birlikte dinî zikir ve tasavvuf adabının yasaklandığı, ibadet esnasında jandarma korkusuyla kapılara nöbetçilerin, sokak başlarına erketelerin konulduğu dönemin anılarını taşıyordu ve anî baskınlara maruz kalmamak için gizli kapaklı semah yapan Kızılbaş grupların bunu ancak mum ışığında yapabilmeleri ve yakalanacakları haberi gelir gelmez, yahut her dinî grup gibi kapıları dipçikle dövülmeye başladığında mumları söndürüp ortamı gizleme gayretlerine yakıştırılan suçlamanın adıydı. Tarihsel süreçte ise böyle bir suç bulunmamaktadır. Nitekim Osmanlı'nın hukuk sisteminde kriminal olayların kafa kâğıdı sayılan kadı sicillerinde buna örnek teşkil edecek dava ve hükümler yer almaz.

Kızılbaşlık geleneğinde mum ile semah ilk kez Şah İsmail ile Kalender Çelebi'nin mülakatlarında gündeme gelmiş, ikisi bir mum yakarak semaha kalkmışlar, mum sönesiye kadar (o zamanki mumların patates misali yamru yumru olduğu ve yaklaşık iki saat kadar yandığı bilinmektedir) vecd halinde dönmüşler ve sonra bitap düşmüşler. Bilahare bazı Kızılbaş gruplar arasında mumlu semah uygulaması kısa bir süre Şah İsmail sünneti olarak tatbik olunmuş, sonra terk edilmiş (Yeni çıkan Şah&Sultan romanımda bu konunun teferruatı anlatılmıştır).

Bana göre Türkiye'mizde barış ve huzur içinde yaşamanın yolu dayatmaları ortadan kaldırmaktan geçiyor. Ermeni, Kürt veya Alevi, başörtülü veya ateist, herkes kendi kimliğine uygun hayatı yaşayasıya kadar karşılıklı anlayış, saygı ve özgürlük ortamını desteklemek zorundayız. Ta ki bir Alevi kendisini "Kızılbaş" olarak tanıtmaktan utanmasın, hatta gurur duyabilsin. Bir "Alevi Açılımı"ndan söz edilecekse bunu başarmak durumundayız.

İskender Pala
Bu pislikleri Alevilere mal etmeye gerek yok,bugün Türkiye'de "enses" denilen ,aile içinde yaşanan sapık bir tür var, 70 milyon insanın hepsi mi Alevi, haberlere bir bakıyorsun takkeli adam Allah vermesin kızına tacizde bulunmuş,bir bakıyorsun abisi kardeşine aynı pisliği yapmış bu da mı Alevi.

Aleviler için mumu söndürüp yapıyorlar diyenler,bu haberleri izlediğinizde ne düşünüyorsunuz , aleni yapıldığına göre demek ki Alevi değiller öyle değil mi?

Her yapılan pisliği Alevilere mal etmek insanları rahatlatıyor sanırım.

Bizim yolumuz güzel ahlak yoludur,el'e,dil'e,bel'e sahip olmak bizim en büyük ikrarımızdır yani HAKKA söz vermemizdir,eli'me,belime,dilim'e sahip olacağımıza dair.

Herkes kendi gibi bilirmiş karşısındakini. ..
Mum söndü nedir,nasıl yapılır,aleviler ana bacı tanımaz gibi cümleler kurmak suretiyle büyük bir toplumu rencide etmenin gayretini göstermek hangi vicdanın ürünüdür diye baktığımda ancak yezit zihniyetli kafirlerin yapabileceğini düşünüyorum.

Bu İFTİRAYA cevap vermek bile abest esasında. Dünya'da "normal" hiçbir insan aile üyesinden birini cinsel obje olarak görmez veya göremez.

Yine Dünya'da "normal" hiçbir insan bir başka insanın aile üyelerini cinsel obje olarak gördüğünü düşünmez.

Eğer bu düşünce içinde olan bir "insan" var ise tırnak içinde belirttiğim gibi ona "insan" sıfatı yakıştırılamaz.

Nasıl ki terörün dini,imanı olmaz ise böyle pislik bir olayda da din,mezhep,ırk, kültür aramak yanlış sonuçlar doğurur.

Bıçağın iki yüzü vardır.

Bıçağın bir yüzü beni rencide etmek, aşalağamaktan daha öte bir konuma koymak için kullanılıyorsa, diğer yüzünü de benim kullanma hakkımın olduğunu kimse unutmasın lütfen.

Yani bana yapılan bir saygısızlığa benim de aynı saygısızlıkta cevap verme hakkım vardır.

Ancak Alevilik Muhammed Ali yolu olduğu için bizler de Atalarımızın bizlere bıraktığı sevgi,hoşgörü ve incinsen de incitme desturundan hareketle sabırla cevaplarımızı veriyoruz.

Bu pislik düşünce içinde olanları bir sıfatı Allah olan Şah-ı Merdan Ali'ye haval ediyoruz.
"Mum Söndü" gibi alçak iftiraları atan Yezid kafalıların son dönemdeki cinsel istismar pisliklerinin çıkması bana göre Allah'ın takdiri !.. Ele çukur kazan kendi düşermiş !.. Yok Aleviler ana bacı bilmez, yok Alevilerin kestiği yenmez, Alevilerin kanını içseler doymayacaklar kanımca. Edep erkanı öğrenecekseniz Alevilerden öğreneceksiniz.

çerağ

Yıllardır alevilere atılan insanlık dışı mum söndü iftirasının yarattığı travmanın , toplum üzerindeki ötekileştirici etkisinin dramatize edildiği kısa bir film...MUM SÖNMEDİ !!!



alevilik videoları
Böyle bir yalana inanacak kadar beyin ve vicdan özürlü bir toplumun var olması kadar üzücü bir durum yoktur herhalde. Hele bir de insanın yüzüne sormuyorlar mı !.. Bu sorunun ne kadar terbiyesizce olduğunun farkında değilelr galiba. Bu iftirayı atanların ve bu yalanlara inananların yeri herhlade Muaviyenin yanı, cehennemin de en dibidir. Allah bildiği yapsın...