08-23-2013, 09:10 PM
Ana hatlarıyla:
"... Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol" .
Cem törenlerinde söylenen bu sözler Anadolu Aleviliği felsefesinin temelini özetler. Günümüze kadar yaşayan bu felsefe, bir felsefi-kültür mirasıdır ve dolayısiyle bir yaşam biçiminin öncülüğünü yapar.
Bu felsefede şu üç temel öğe yer alır:
a) Anadolu Aleviliğinde, ''toplumsal yaşam inanca yön verir, inancı geliştirir''.
b) Anadolu Aleviliğinde, ''bilgi ve akıl(us) sonsuzdur''.
c) Anadolu Aleviliğinde, ''inanç özgürlüğü sorgulanamaz''.
Anadolu Alevi felsefesi ve tarihçesi
Sözcük anlamı eski yunancadan gelme: ''philosophia = (philo = sevgi, sophia = bilgi), ''felsefe'' sözcüğünü üretmiştir. Yani ''sevgi ve bilgi''.
İnsanlık tarihi değiştikçe sevgi ve bilgi, çeşitli anlamlara bürünmektedir. Yani felsefi görüşler de çeşitlilik kazanıp, değişik anlamlara bürünmektedir. Bu çeşitlilik, her zaman iyisini de kötüsünü de beraberinde sürüklemektedir , böyle de devam edecektir. Zehir de olacaktır, panzehir de.
Bu bağlamda felsefeyi ikiye ayırıyoruz: zararlı felsefe, faydalı felsefe.
Anadolu Alevi felsefesinin temel kuralları ve gelişimi, ne yazık ki günümüze kadar sadece sözlü belgelere dayanmaktadır. .Burada şunu kısaca belirteyim ki, alevilere karşı yüzyıllar boyu uygulanan baskı ve kıyım karşısında (''zararlı felsefe''), yaşam tarzından ve inancından en ufak bir ödün vermeden direnerek ''faydalı felsefeyi'' yazılımdan yoksun bırakılmış olmasına rağmen, 'Alevi sözlü felsefesini'' geliştirerek günümüze kadar ileten, insanlık tarihinde bir örnek olan bu topluma hayran olmak gerekir.
''Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan ''
''Pir Sultan Abdal ''
Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başladıklarında çok renkli bir mozaikle karşılaştılar. Bir taraftan büründükleri İslam kimlikleri, diğer taraftan batı kültürü ile ortadoğunun çakıştığı etnik, inançsal, kültürel farklılıkların ortasında burayı kendilerine yurt edindiler. İslam içerisindeki çelişki ve ayrılıklar doğal olarak türkler arasında da vardı. Emeviler(sünnil ik) ve Ali yanlıları. Ali yanlıları, Mısır'da Fatımiler, İran'da Şiiler, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiyeler, Anadolu'da da Hacı Bekaş Veli aracılığıyla ''Anadolu Aleviliği'' olarak tarihe geçer.
Anadolu Aleviliği, Anadolu'daki etnik, inançsal, kültürel farklılıklara uyum sağlarken bir taraftan da kendi içinde olan hem islamöncesi, hem de islamsonrası dinsel ve kültürel unsurunu yoğurarak Anadolu'da yeni bir öğreti, yeni bir yaşam tarzının öncülüğünü yaptı.
Doğu kültürleri, dinlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları için felsfelerini bir türlü geliştiremiyorl ardı. Felsefelerini, dini düşüncelerden ayırıp bir türlü bağımsız şekle sokamıyorlardı. Yani, dini düşüncenin katı kuralları olan ''olmazsa olmaz'' felsefesinde boğulup gidiyorlardı. Anadolu'da ise İÖ 6. yüzyılda, o zaman Ionia adı verilen bölgede (bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) bazı düşünürlerin yapıtlarında peri pliyseos (doğa üzerine) karakteristik adlarına rastlanıyor. Bu yapıtlar, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemeler olarak kabul ediliyor. Ionia'da ki bu gelişme yunan felsefesinin başlangıcı kabul ediliyor. Bu gelişme ile yunan felsefesi, Platon ve Aristoteles'le daha sonra büyük aşama gösteriyor.
Doğuda ise ne hint kültüründe, ne çin kültüründe, ne arap kültüründe böyle aşama kaydedici bulgulara rastlanamıyor. Hint kültürünün ünlü Upanisad'larınd a da doğa üzerine birtakım düşünceler var olmasına karşın, İonia'daki gibi, önyargısız ve özgür bir araştırmadan çok, dine sıkı sıkı bağlı yapılmış yorumlardan öteye gidemiyordu.
''Örneğin eski Mısır'da geometri, Nil Irmağının belli zamanlarda doğurduğu taşkınları önlemek ve bu amaçla kanallar açmak zorunluğundan doğmuştu. Yani, pratik bir amacı göz önünde tutuyordu. Ve bu pratik amaçlardan hiçbir zaman sıyrılamamış, bağımsız ve derli toplu yani sistemli bir bilgi haline gelememişti: bölük pörçük kalmıştı. Oysa Yunan düşünürleri ve özellikle Eukleides, yalnızca teknik' ve pratik özellik taşıyan bu bilgileri, sistemli ve kuramsal (teorik) bir bilim (geometri bilimi) durumuna getirmeyi başardılar. ''(alıntı)
Anadolu, İslamiyeti kabul etmiş türk göçüne sahne olurken bunların arasından Ali yanlıları, Hacı Bektaş Veli öncülüğünde 'Anadolu Aleviliği'nin temellerini atmıştır. Bu felsefe, dini kurallardaki katı şartlardan uzak durarak, 'olmazsa olmaz' kurallarından kendini soyutlayarak yepyeni bir felsefe yaratmıştır islam içerisinde.
Bazı tarihçilerin dediği, 'Türk Aleviliği, Emevilerin türklere baskı rejimine tepki olarak doğmuştur'', tezi yetersizdir. Böyle demek, Aleviliği kendine yol olarak seçmiş olan topluluğun, Emevilik öncesi yaşam tarzlarını görmezlikten gelmek, kültürlerini, felsefelerini görmezlikten gelmek demektir. Türklerin hepsi Alevi değildir, bir kısmı bu yolu seçmiştir. Yönetici türkler değil, yönetilen türkler arasında yayılmıştır. Yöneten türkler genelde Emeviliği benimsemişlerdi r, devletlerinin resmi rejimleri yapmışlardır. Fark buradadır. Emevi baskı rejimini benimseyen bu devletlere karşı, örneğin, Büyük Selçuklu Devletine karşı, toplumun alt tabakalarından bu baskılara çeşitli ayaklanmalarla tepkilerini verenler Alevi türkleridir, türkmenleridir. İslam öncesi yaşam geleneklerini, felsefelerini, islam dinindeki Emeviciliğin(Em evilik değil, Selçukluların ilk kuruluş yıllarına bakalım, keza, daha sonra Osmanlının ilk kuruluş yılları ve sonraki gelişmeler) katı din ve baskıcı kurallarını redederek islam türkleri içerisinde ayrı bir felsefe oluşturmuşlardı r.
1000li yılların sonlarında, özellikle 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu toprakları türklere tamamen açılmıştı.Türk boyları, Anadolu'ya akın akın yerleşmeye başladıklarında , Anadolu islamla iyice tanıştı. türk göçerleri Anadolu coğrafyasını tanımaya başladı, dağlarını, ovalarını kendilerine yurt edindi. Doğuda Selçukluların baskılı rejimi, Daha doğudan Moğolların kıyım, yıkım, baskıları, türk göçerlerini Anadolu'ya zorunlu olarak iyice yerleştirdi.
Selçukluların son karmaşık dönemleri, sosyal, ekonomik, etnik ve teolojik(dini) anlamda önemli sonuçlar doğurmuştu. Hacı Bektaş Veli, Anadolu'da Anadolu Aleviliğinin temelini atarken, Anadolu karmaşık bir durumdaydı. 1071'den sonra Anadolu'ya tamamen yerleşen türkler, Selçuklulardaki taht kavgaları, baskıcı yönetimler, Anadolu'nun beyliklere bölünmeleri, yerel halkların huzursuzlukları üst düzeydeydi. Özellikle türk göçerleri, kültürleri, yaşam tarzları gereği bağlı olduğu bugünkü anlamdaki halk sınıfları gereği Hacı Bektaş Veli'nin öğretilerine sımsıkı sarıldılar. Çünkü bu öğretide sevecenlik vardı, çünkü bu öğretide düşünce özgürlüğü vardı, çünkü bu öğretide serbest felsefi düşünce vardı, çünkü bu öğretide baskı ve kıyıma yer yoktu, çünkü bu öğretide sınıfsal ayırma yoktu, dini düşünce ayrımı yoktu, çünkü bu öğretide ortak yaşam, ortak sevgi, ortak sorumluluk vardı, korku yok, sevgi vardı, aşk vardı, birey ve toplumsal sorumluluk vardı. Bağnazlık kesinlikle yoktu. Çeşitli ırk ve dine sahip olanlara saygı vardı. İnsanın yaşadığı ortama ve kültürlere saygısı vardı. Hiçbir kültür bir diğerinden üstün değildi. Kültürlerin birbirlerine kaynaşması vardı, bir kültürün diğer kültürlerden öğreneceği ve öğreteceği çok şey vardı. Öğrenmeye dayanan, sadece dinin bağnaz inancına değil, beyinde olan düşünsel hücreleri, dinin, olmazsa olmaz kurallarını felsefi düşüncelerle arındırarak Anadolu'ya yepyeni bir yaşam tarzı getirmişti Hacı Bektaş Veli öğretisi. Bu barışçılığı, Anadolu'da yaşayan yerli halkta da büyük saygınlık kazandırmıştı. Anadolu Aleviliği kök salmıştı artık. Anadolu Aleviliğinin bu felsefesi, bu açık felsefesi, bu esnek felsefesi, açılımcı, ilerici felsefesi günümüze kadar çok acılar çekerek gelmiştir, bedeller ödemiştir. Baskıcı yönetimler bu felsefeyi bitirebilmek için herşey yapmıştır. Ama en başta dediğimiz gibi, bu felsefe, günümüze kadar sadece sözlü felsefeyle yaşatılabilmişt ir. Topla tüfekle değil, sözlü öğretilerini kutsal sazıyla bugünlere getirebilmiştir . Saz ve söz, Anadolu Alevilerinin en büyük öğreti aracı olmuştur bugüne dek.
Anadolu Aleviliği felsefesinin kurucusu kabul edilen Hacı Bektaş Veli'yi anlaybilmek için, tarihte yer alan ''Babailer''i incelemek gerekir. Bu felsefenin ana kaynağı daha gerilere dayanmakla birlikte, Anadolu'da yapılanma harcı Babailerde yatmaktadır.
Kesin bilgi olmamakla birlikte, Yesevi öğretisine bağlı olduğu sanılan Baba İlyas, Horasan'dan 1230'lu yıllarda Anadolu'ya göçer, Amasya'da Çat köyüne yerleşir. Ünlü Fransız tarihçisi Claude Cahen'e göre, Baba İlyas ve yandaşları, Mevaraun nehri yöresinden, yani Ahmet Yesevi'nin yaşadığı bölgeden, Harezmilerle birlikte Moğollardan kaçıp Anadolu'ya yerleşirler.
Baba İlyas, Tanrı sevgisini, dinin katı kurallarından, yani 'olmazsa olmaz'dan ayırarak insan, ancak hür düşüncesiyle, kendi yorumuyla yücelteceğini söyler, kadın erkek ayırımına şiddetle karşı çıkar, kadın ve erkeği, toplumun tamamlayıcı bir bütünü olduğunu, kadın erkek eşitliğini şiddetle savunurdu.
Ancak Anadolu'daki Selçuklular ve Beylikleri, bu öğretilerin tam tersini uyguluyorlardı. Eşitlikçiliği ortadan kaldırmışlar, güçlünün egemen olduğu, güçsüzleri ezen, güçsüzlerin haklarını egemen halka karşı savunmayan, tam tersi, sınıfsal uçurumları daha da derinleştiren bir politika izlemeleri, Anadolu'daki ezilen türkmenleri ve bu görüşlere yatkın Anadolu yerli halkını, Baba İlyası çevresinde güçlendirir. Özellikle islam öncesi geleneklerini, islam içerisinde eritilip yok olmasına karşı çıkan türkmenler Baba İlyas'ı daha da güçlendirir.
Moğol istilasından zorunlu göçen Horasanlı türkmenlerden son derece rahatsız olan Anadolu Selçukluları, daha önce göçüp toprağa yerleşen türkmenler ve egemen yerli halkla birlikte yeni göçmenlere sahip çıkmamış, aralarına kabul etmemişlerdi. Hayvancılıkla geçimlerini sağlayan bu türkmenler, hayvanlarını otlatacak yerler bulamamış, özellikle güney doğu Anadolu'da iki arada bir derede kalarak yoksullaşma ve kırılma noktalarına gelmişlerdi. Sahip çıkmamak bir yana, bir de bu göçerler, vergilere zorlanarak cezalandırılmış lardı. Özellikle 2. Gıyasettin Keyhüsrev'in halkı ezici yönetimi, bu azımsanamayacak hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalışan türkmenleri devlete karşı isyana sürüklüyordu. Bu huzursuz halk, Baba İlyas ve halifesi Baba İshak çevresinde örgütlenerek devlete karşı toplumsal ayaklanmaya hazırlanırken bunu haber alan 2. Gıyasettin, 1239'da Baba İlyas'ın üzerine asker gönderir. Bu olay artık toplumsal bir ayaklanmaya dönüşür. Tarihte ''Babai isyanları'' denilen bu olay tüm Anadolu'ya yayılır. Ayaklanmalar, ancak ücretli yabancı askerler getirtilerek 1240'da kanlı şekilde bastırılır. Bu ayaklanma etkileri Selçukluları çok büyük bir şekilde etkiler ve zayıflatır. Tarihten silineceklerini n belirtileri bu Babai toplumsal ayaklanmalarda yatar.
Baba İlyas bir derviş olmakla birlikte, toplumda bir siyasi güç öğretisi olur. Sınıflı toplumun ayırımcılığına, ezenlere karşı bir ayaklanma öğretisi olur. Haksızlıklara karşı bir direnme öğretisi olarak etkisini yüzyıllar boyu sürdürür. Siyasi anlamda örgütlenemese de, dini anlamda Baba İlyas taraftarları Anadolu'ya yayılarak, hatta Balkanlara kadar uzanarak zamanla kurumsallaşırla r.
Anadolu'da yeşeren Hacı Bektaş Veli öğretisinin öncülüğü, yumuşaklaştırıl an Babailer öğretisidir. Öğretinin, barışçıl yönden, sevecen, hoşgörülü, tüm inançlara saygılı, tüm ırklara saygılı, tüm kültürlere barışçıl anlamda yaklaşan, esnek felsefesiyle yaşadığı çağa uyum sağlamayı kendine ilke edinen, katılıktan uzak, olmazsa olmazlardan uzak, insanca yaşamak, insanca yaşatmak için ne gerekirse bünyesinde geliştiren Hacı Bektaş Veli öğretisi, dinsel anlamda bir öğretiymiş gibi bakılsa da, aslında bağımsız felsefeye gönül vermiş, toplumsal, kültürel, insanca yaşamak ve insanca yaşatmak için ne gerekiyorsa ona yönlenen, toplumsal yaşama yön veren, inançları toplumsal yaşama uyarlayan, onu geliştiren bir felsefedir. Toplumu körelten felsefelere, zararlı felsefelere tüm öğretisiyle direnen bir felsefe olarak gelişmiştir günümüze dek.
Kaynak; üzümbaba.com
"... Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol" .
Cem törenlerinde söylenen bu sözler Anadolu Aleviliği felsefesinin temelini özetler. Günümüze kadar yaşayan bu felsefe, bir felsefi-kültür mirasıdır ve dolayısiyle bir yaşam biçiminin öncülüğünü yapar.
Bu felsefede şu üç temel öğe yer alır:
a) Anadolu Aleviliğinde, ''toplumsal yaşam inanca yön verir, inancı geliştirir''.
b) Anadolu Aleviliğinde, ''bilgi ve akıl(us) sonsuzdur''.
c) Anadolu Aleviliğinde, ''inanç özgürlüğü sorgulanamaz''.
Anadolu Alevi felsefesi ve tarihçesi
Sözcük anlamı eski yunancadan gelme: ''philosophia = (philo = sevgi, sophia = bilgi), ''felsefe'' sözcüğünü üretmiştir. Yani ''sevgi ve bilgi''.
İnsanlık tarihi değiştikçe sevgi ve bilgi, çeşitli anlamlara bürünmektedir. Yani felsefi görüşler de çeşitlilik kazanıp, değişik anlamlara bürünmektedir. Bu çeşitlilik, her zaman iyisini de kötüsünü de beraberinde sürüklemektedir , böyle de devam edecektir. Zehir de olacaktır, panzehir de.
Bu bağlamda felsefeyi ikiye ayırıyoruz: zararlı felsefe, faydalı felsefe.
Anadolu Alevi felsefesinin temel kuralları ve gelişimi, ne yazık ki günümüze kadar sadece sözlü belgelere dayanmaktadır. .Burada şunu kısaca belirteyim ki, alevilere karşı yüzyıllar boyu uygulanan baskı ve kıyım karşısında (''zararlı felsefe''), yaşam tarzından ve inancından en ufak bir ödün vermeden direnerek ''faydalı felsefeyi'' yazılımdan yoksun bırakılmış olmasına rağmen, 'Alevi sözlü felsefesini'' geliştirerek günümüze kadar ileten, insanlık tarihinde bir örnek olan bu topluma hayran olmak gerekir.
''Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan ''
''Pir Sultan Abdal ''
Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başladıklarında çok renkli bir mozaikle karşılaştılar. Bir taraftan büründükleri İslam kimlikleri, diğer taraftan batı kültürü ile ortadoğunun çakıştığı etnik, inançsal, kültürel farklılıkların ortasında burayı kendilerine yurt edindiler. İslam içerisindeki çelişki ve ayrılıklar doğal olarak türkler arasında da vardı. Emeviler(sünnil ik) ve Ali yanlıları. Ali yanlıları, Mısır'da Fatımiler, İran'da Şiiler, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiyeler, Anadolu'da da Hacı Bekaş Veli aracılığıyla ''Anadolu Aleviliği'' olarak tarihe geçer.
Anadolu Aleviliği, Anadolu'daki etnik, inançsal, kültürel farklılıklara uyum sağlarken bir taraftan da kendi içinde olan hem islamöncesi, hem de islamsonrası dinsel ve kültürel unsurunu yoğurarak Anadolu'da yeni bir öğreti, yeni bir yaşam tarzının öncülüğünü yaptı.
Doğu kültürleri, dinlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları için felsfelerini bir türlü geliştiremiyorl ardı. Felsefelerini, dini düşüncelerden ayırıp bir türlü bağımsız şekle sokamıyorlardı. Yani, dini düşüncenin katı kuralları olan ''olmazsa olmaz'' felsefesinde boğulup gidiyorlardı. Anadolu'da ise İÖ 6. yüzyılda, o zaman Ionia adı verilen bölgede (bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) bazı düşünürlerin yapıtlarında peri pliyseos (doğa üzerine) karakteristik adlarına rastlanıyor. Bu yapıtlar, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemeler olarak kabul ediliyor. Ionia'da ki bu gelişme yunan felsefesinin başlangıcı kabul ediliyor. Bu gelişme ile yunan felsefesi, Platon ve Aristoteles'le daha sonra büyük aşama gösteriyor.
Doğuda ise ne hint kültüründe, ne çin kültüründe, ne arap kültüründe böyle aşama kaydedici bulgulara rastlanamıyor. Hint kültürünün ünlü Upanisad'larınd a da doğa üzerine birtakım düşünceler var olmasına karşın, İonia'daki gibi, önyargısız ve özgür bir araştırmadan çok, dine sıkı sıkı bağlı yapılmış yorumlardan öteye gidemiyordu.
''Örneğin eski Mısır'da geometri, Nil Irmağının belli zamanlarda doğurduğu taşkınları önlemek ve bu amaçla kanallar açmak zorunluğundan doğmuştu. Yani, pratik bir amacı göz önünde tutuyordu. Ve bu pratik amaçlardan hiçbir zaman sıyrılamamış, bağımsız ve derli toplu yani sistemli bir bilgi haline gelememişti: bölük pörçük kalmıştı. Oysa Yunan düşünürleri ve özellikle Eukleides, yalnızca teknik' ve pratik özellik taşıyan bu bilgileri, sistemli ve kuramsal (teorik) bir bilim (geometri bilimi) durumuna getirmeyi başardılar. ''(alıntı)
Anadolu, İslamiyeti kabul etmiş türk göçüne sahne olurken bunların arasından Ali yanlıları, Hacı Bektaş Veli öncülüğünde 'Anadolu Aleviliği'nin temellerini atmıştır. Bu felsefe, dini kurallardaki katı şartlardan uzak durarak, 'olmazsa olmaz' kurallarından kendini soyutlayarak yepyeni bir felsefe yaratmıştır islam içerisinde.
Bazı tarihçilerin dediği, 'Türk Aleviliği, Emevilerin türklere baskı rejimine tepki olarak doğmuştur'', tezi yetersizdir. Böyle demek, Aleviliği kendine yol olarak seçmiş olan topluluğun, Emevilik öncesi yaşam tarzlarını görmezlikten gelmek, kültürlerini, felsefelerini görmezlikten gelmek demektir. Türklerin hepsi Alevi değildir, bir kısmı bu yolu seçmiştir. Yönetici türkler değil, yönetilen türkler arasında yayılmıştır. Yöneten türkler genelde Emeviliği benimsemişlerdi r, devletlerinin resmi rejimleri yapmışlardır. Fark buradadır. Emevi baskı rejimini benimseyen bu devletlere karşı, örneğin, Büyük Selçuklu Devletine karşı, toplumun alt tabakalarından bu baskılara çeşitli ayaklanmalarla tepkilerini verenler Alevi türkleridir, türkmenleridir. İslam öncesi yaşam geleneklerini, felsefelerini, islam dinindeki Emeviciliğin(Em evilik değil, Selçukluların ilk kuruluş yıllarına bakalım, keza, daha sonra Osmanlının ilk kuruluş yılları ve sonraki gelişmeler) katı din ve baskıcı kurallarını redederek islam türkleri içerisinde ayrı bir felsefe oluşturmuşlardı r.
1000li yılların sonlarında, özellikle 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu toprakları türklere tamamen açılmıştı.Türk boyları, Anadolu'ya akın akın yerleşmeye başladıklarında , Anadolu islamla iyice tanıştı. türk göçerleri Anadolu coğrafyasını tanımaya başladı, dağlarını, ovalarını kendilerine yurt edindi. Doğuda Selçukluların baskılı rejimi, Daha doğudan Moğolların kıyım, yıkım, baskıları, türk göçerlerini Anadolu'ya zorunlu olarak iyice yerleştirdi.
Selçukluların son karmaşık dönemleri, sosyal, ekonomik, etnik ve teolojik(dini) anlamda önemli sonuçlar doğurmuştu. Hacı Bektaş Veli, Anadolu'da Anadolu Aleviliğinin temelini atarken, Anadolu karmaşık bir durumdaydı. 1071'den sonra Anadolu'ya tamamen yerleşen türkler, Selçuklulardaki taht kavgaları, baskıcı yönetimler, Anadolu'nun beyliklere bölünmeleri, yerel halkların huzursuzlukları üst düzeydeydi. Özellikle türk göçerleri, kültürleri, yaşam tarzları gereği bağlı olduğu bugünkü anlamdaki halk sınıfları gereği Hacı Bektaş Veli'nin öğretilerine sımsıkı sarıldılar. Çünkü bu öğretide sevecenlik vardı, çünkü bu öğretide düşünce özgürlüğü vardı, çünkü bu öğretide serbest felsefi düşünce vardı, çünkü bu öğretide baskı ve kıyıma yer yoktu, çünkü bu öğretide sınıfsal ayırma yoktu, dini düşünce ayrımı yoktu, çünkü bu öğretide ortak yaşam, ortak sevgi, ortak sorumluluk vardı, korku yok, sevgi vardı, aşk vardı, birey ve toplumsal sorumluluk vardı. Bağnazlık kesinlikle yoktu. Çeşitli ırk ve dine sahip olanlara saygı vardı. İnsanın yaşadığı ortama ve kültürlere saygısı vardı. Hiçbir kültür bir diğerinden üstün değildi. Kültürlerin birbirlerine kaynaşması vardı, bir kültürün diğer kültürlerden öğreneceği ve öğreteceği çok şey vardı. Öğrenmeye dayanan, sadece dinin bağnaz inancına değil, beyinde olan düşünsel hücreleri, dinin, olmazsa olmaz kurallarını felsefi düşüncelerle arındırarak Anadolu'ya yepyeni bir yaşam tarzı getirmişti Hacı Bektaş Veli öğretisi. Bu barışçılığı, Anadolu'da yaşayan yerli halkta da büyük saygınlık kazandırmıştı. Anadolu Aleviliği kök salmıştı artık. Anadolu Aleviliğinin bu felsefesi, bu açık felsefesi, bu esnek felsefesi, açılımcı, ilerici felsefesi günümüze kadar çok acılar çekerek gelmiştir, bedeller ödemiştir. Baskıcı yönetimler bu felsefeyi bitirebilmek için herşey yapmıştır. Ama en başta dediğimiz gibi, bu felsefe, günümüze kadar sadece sözlü felsefeyle yaşatılabilmişt ir. Topla tüfekle değil, sözlü öğretilerini kutsal sazıyla bugünlere getirebilmiştir . Saz ve söz, Anadolu Alevilerinin en büyük öğreti aracı olmuştur bugüne dek.
Anadolu Aleviliği felsefesinin kurucusu kabul edilen Hacı Bektaş Veli'yi anlaybilmek için, tarihte yer alan ''Babailer''i incelemek gerekir. Bu felsefenin ana kaynağı daha gerilere dayanmakla birlikte, Anadolu'da yapılanma harcı Babailerde yatmaktadır.
Kesin bilgi olmamakla birlikte, Yesevi öğretisine bağlı olduğu sanılan Baba İlyas, Horasan'dan 1230'lu yıllarda Anadolu'ya göçer, Amasya'da Çat köyüne yerleşir. Ünlü Fransız tarihçisi Claude Cahen'e göre, Baba İlyas ve yandaşları, Mevaraun nehri yöresinden, yani Ahmet Yesevi'nin yaşadığı bölgeden, Harezmilerle birlikte Moğollardan kaçıp Anadolu'ya yerleşirler.
Baba İlyas, Tanrı sevgisini, dinin katı kurallarından, yani 'olmazsa olmaz'dan ayırarak insan, ancak hür düşüncesiyle, kendi yorumuyla yücelteceğini söyler, kadın erkek ayırımına şiddetle karşı çıkar, kadın ve erkeği, toplumun tamamlayıcı bir bütünü olduğunu, kadın erkek eşitliğini şiddetle savunurdu.
Ancak Anadolu'daki Selçuklular ve Beylikleri, bu öğretilerin tam tersini uyguluyorlardı. Eşitlikçiliği ortadan kaldırmışlar, güçlünün egemen olduğu, güçsüzleri ezen, güçsüzlerin haklarını egemen halka karşı savunmayan, tam tersi, sınıfsal uçurumları daha da derinleştiren bir politika izlemeleri, Anadolu'daki ezilen türkmenleri ve bu görüşlere yatkın Anadolu yerli halkını, Baba İlyası çevresinde güçlendirir. Özellikle islam öncesi geleneklerini, islam içerisinde eritilip yok olmasına karşı çıkan türkmenler Baba İlyas'ı daha da güçlendirir.
Moğol istilasından zorunlu göçen Horasanlı türkmenlerden son derece rahatsız olan Anadolu Selçukluları, daha önce göçüp toprağa yerleşen türkmenler ve egemen yerli halkla birlikte yeni göçmenlere sahip çıkmamış, aralarına kabul etmemişlerdi. Hayvancılıkla geçimlerini sağlayan bu türkmenler, hayvanlarını otlatacak yerler bulamamış, özellikle güney doğu Anadolu'da iki arada bir derede kalarak yoksullaşma ve kırılma noktalarına gelmişlerdi. Sahip çıkmamak bir yana, bir de bu göçerler, vergilere zorlanarak cezalandırılmış lardı. Özellikle 2. Gıyasettin Keyhüsrev'in halkı ezici yönetimi, bu azımsanamayacak hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalışan türkmenleri devlete karşı isyana sürüklüyordu. Bu huzursuz halk, Baba İlyas ve halifesi Baba İshak çevresinde örgütlenerek devlete karşı toplumsal ayaklanmaya hazırlanırken bunu haber alan 2. Gıyasettin, 1239'da Baba İlyas'ın üzerine asker gönderir. Bu olay artık toplumsal bir ayaklanmaya dönüşür. Tarihte ''Babai isyanları'' denilen bu olay tüm Anadolu'ya yayılır. Ayaklanmalar, ancak ücretli yabancı askerler getirtilerek 1240'da kanlı şekilde bastırılır. Bu ayaklanma etkileri Selçukluları çok büyük bir şekilde etkiler ve zayıflatır. Tarihten silineceklerini n belirtileri bu Babai toplumsal ayaklanmalarda yatar.
Baba İlyas bir derviş olmakla birlikte, toplumda bir siyasi güç öğretisi olur. Sınıflı toplumun ayırımcılığına, ezenlere karşı bir ayaklanma öğretisi olur. Haksızlıklara karşı bir direnme öğretisi olarak etkisini yüzyıllar boyu sürdürür. Siyasi anlamda örgütlenemese de, dini anlamda Baba İlyas taraftarları Anadolu'ya yayılarak, hatta Balkanlara kadar uzanarak zamanla kurumsallaşırla r.
Anadolu'da yeşeren Hacı Bektaş Veli öğretisinin öncülüğü, yumuşaklaştırıl an Babailer öğretisidir. Öğretinin, barışçıl yönden, sevecen, hoşgörülü, tüm inançlara saygılı, tüm ırklara saygılı, tüm kültürlere barışçıl anlamda yaklaşan, esnek felsefesiyle yaşadığı çağa uyum sağlamayı kendine ilke edinen, katılıktan uzak, olmazsa olmazlardan uzak, insanca yaşamak, insanca yaşatmak için ne gerekirse bünyesinde geliştiren Hacı Bektaş Veli öğretisi, dinsel anlamda bir öğretiymiş gibi bakılsa da, aslında bağımsız felsefeye gönül vermiş, toplumsal, kültürel, insanca yaşamak ve insanca yaşatmak için ne gerekiyorsa ona yönlenen, toplumsal yaşama yön veren, inançları toplumsal yaşama uyarlayan, onu geliştiren bir felsefedir. Toplumu körelten felsefelere, zararlı felsefelere tüm öğretisiyle direnen bir felsefe olarak gelişmiştir günümüze dek.
Kaynak; üzümbaba.com