07-08-2018, 02:02 AM
İnsan vücûdu mükemmel bir denge üzerine kurulmuş. Size bir soru. Kanın pıhtılaşması mı iyi, sulu olması mı? Bir düşünün...
İkisi de tek başına iyi değil. Kanınız sulu olsa bir yeriniz kesilse pıhtılaşmaz akar gider. Diğer türlü de damar tıkanır. Yani dengede olması iyi. Bu konu hakkında rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın neler söylüyor.
"Omega yağ asitlerinin yapıtaşı olmalarının ötesinde çok sayıda başka fonksiyonları mevcut.
Omega-6 yağ asitleri ****bolitleri enflamatuvar (iltihap yapıcı), hiperaljezik (ağrı yapıcı), trombotik (pıhtı yapıcı) ve mitojenik (hücre üremesini artıran) özelliklere sahip. Aslında vücudun bu özelliklere ihtiyacı vardır. Aksi halde düşmanlara karşı mücadele edemeyiz (iltihap), kanamalarımız artar, ağrı hissetmeyiz ve hücrelerimiz çoğalmaz.
Fakat Omega-6 yağ asitlerinin aşırı etkileri de dizginlenmeli. Aksi halde denetlenemeyen iltihap vücudumuzu tahrip eder, kanımız pıhtılaşır, aşırı ağrı hissi olur ve kanserleşmeye eğilimimiz artar.
Omega-3 yağ asitlerinin ise görevleri tam tersidir. Yani Omega-3 yağ asitleri iltihap azaltıcı, ağrı kesici, kan sulandırıcı ve kanser önleyici özellikleri ile Omega-6 ****bolitlerinin aşırı etkilerini dizginler.
Bu nedenle diyet ile aldığımız Omega-6 / Omega-3 oranı dengeli olmalı. Taş devrinde yaşayan insanların diyetlerinde Omega-6 / Omega-3 oranı yaklaşık 1:1 ile 4:1 arasında değişiyormuş. Ama geleneksel beslenme tarzımızdan uzaklaştıkça maalesef çok büyük bir bölümümüzde Omega-6 fazlalığı ve Omega-3 eksikliği gelişti."
İşte biz bu yüzden 300 gram hamsi yiyemediğimiz günlerde mutlaka 3 grama yakın EPA + DHA içeren Omega-3 alıyoruz. İşte bu yüzden aşırı derecede Omega-6 içeren ürünlerden (dün paylaştığımız mısır gibi) uzak duruyoruz.
Kaynak: Aydın, Prof. Dr. Ahmet, 7'den 70'e Taş Devri Diyeti, HayyKitap, İstanbul, 2010, (S.73) ISBN: 978-605-4325-35-1
İkisi de tek başına iyi değil. Kanınız sulu olsa bir yeriniz kesilse pıhtılaşmaz akar gider. Diğer türlü de damar tıkanır. Yani dengede olması iyi. Bu konu hakkında rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın neler söylüyor.
"Omega yağ asitlerinin yapıtaşı olmalarının ötesinde çok sayıda başka fonksiyonları mevcut.
Omega-6 yağ asitleri ****bolitleri enflamatuvar (iltihap yapıcı), hiperaljezik (ağrı yapıcı), trombotik (pıhtı yapıcı) ve mitojenik (hücre üremesini artıran) özelliklere sahip. Aslında vücudun bu özelliklere ihtiyacı vardır. Aksi halde düşmanlara karşı mücadele edemeyiz (iltihap), kanamalarımız artar, ağrı hissetmeyiz ve hücrelerimiz çoğalmaz.
Fakat Omega-6 yağ asitlerinin aşırı etkileri de dizginlenmeli. Aksi halde denetlenemeyen iltihap vücudumuzu tahrip eder, kanımız pıhtılaşır, aşırı ağrı hissi olur ve kanserleşmeye eğilimimiz artar.
Omega-3 yağ asitlerinin ise görevleri tam tersidir. Yani Omega-3 yağ asitleri iltihap azaltıcı, ağrı kesici, kan sulandırıcı ve kanser önleyici özellikleri ile Omega-6 ****bolitlerinin aşırı etkilerini dizginler.
Bu nedenle diyet ile aldığımız Omega-6 / Omega-3 oranı dengeli olmalı. Taş devrinde yaşayan insanların diyetlerinde Omega-6 / Omega-3 oranı yaklaşık 1:1 ile 4:1 arasında değişiyormuş. Ama geleneksel beslenme tarzımızdan uzaklaştıkça maalesef çok büyük bir bölümümüzde Omega-6 fazlalığı ve Omega-3 eksikliği gelişti."
İşte biz bu yüzden 300 gram hamsi yiyemediğimiz günlerde mutlaka 3 grama yakın EPA + DHA içeren Omega-3 alıyoruz. İşte bu yüzden aşırı derecede Omega-6 içeren ürünlerden (dün paylaştığımız mısır gibi) uzak duruyoruz.
Kaynak: Aydın, Prof. Dr. Ahmet, 7'den 70'e Taş Devri Diyeti, HayyKitap, İstanbul, 2010, (S.73) ISBN: 978-605-4325-35-1