04-13-2016, 10:20 PM
1-NEBÜVVET;
İnanç esaslarından biri de, insanların irşat ve hidayeti için ilahi elçilerin gönderildiğine inanmaktır. İslam ümmeti olarak bizler, ilki Hz. Adem sonuncusu Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) olmak üzere, Allah Teala'nın yüz yirmi dört bin peygamber gönderdiğine inanmaktayız. Diğer beşeri topluluklar da peygamber inancından yoksun değillerdir. Elbette ki, her beşeri toplulukta bir veya birkaç ilahi elçi olagelmiştir. Burada ister istemez, niçin ilahi elçilerin gönderildiği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Acaba insan topluluğu kendi aklıyla yaşantısını sürdürmeye gücü yetmiyor muydu ki, Allah Teala onlara önder ve hidayetçi olarak elçi göndermek ihtiyacını hissetmiştir?
Nübüvvet inancını reddeden sadece Allah Teala'nın varlığını kabul etmeyen ateistler olmamıştır. Hatta evrenin hikmet ve ilim sahibi bir yaratıcısı olduğuna inananlardan da, insan aklının, dünya hayatının sürdürülmesinde yeterli olduğunu, dolayısıyla da peygamber gönderilmesine ihtiyaç olmadığını savunanlar olmuştur. O halde evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğunu ispatlamak, peygamber inancını peşinde getirmeye yeterli değildir. Dolayısıyla ilahi elçilerin gönderilmesini zorunlu kılan gerekçelerin neler olduğu konusunun başlı başına ele alınması gerekmektedir. İşte biz kitabımızın bu bölümünde özet niteliğinde bile olsa, bu gerekçelere işaret etmeyi zorunlu görüyoruz.
2-TEVHİT;
Birlik, birlemek anlamlarına gelir. Allah'ı uluhiyette birlemek demektir. Lailahe illallah cümlesinin açılımıdır.Allahtan başka ilahları inkar edip, ilah (yani ibadet edilen, emir ve yasaklarına uyulan, sevilen, korkulan, itaat edilen otorite) olarak yalnızca onu kabul etmek manasına gelir. İnsanı yeryüzündeki putlardan arındırıp, yalnızca Allaha itaat etmeye çağırır.
3-MEAD;
Yaratılan en kutsi varlık olan insanda hak tealanın olduğunu kabul ederek o insana secde etmektir.İnsan secde den kasıt;insana tabii yani köle olmak manasın da değildir.Yaratılandan ötürü yaratana secde etmek,on dan hak Teala nın mucizesini görmek demektir.
4-ADALET;
Hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur.Alevi toplumundaki hukuk sistemi hiçbir inanca benzemez,Dede olan kişinin cem de yaptığı yargılama sistemi,(her ne kadar günümüzde bu tarz bir yargılamaya,taliplerin ekonomik desteğinden yoksun kalacağını düşünerek hiçbir dede yapmasa da)katı ve kuralcıdır.
Örneğin;düşkünlük meselesi bir çok dede tarafından göz ardı edilmektedir.Bu konu da sözde dedelerce çıkar amaçlı olarak asimile edilmiştir.Malesef bu konunun göz ardı edilmesi alevi toplumu üzerinde zaman zaman ahlaki kuralları da değişikliğe uğratmış ele,dile bele sahip olma ilkesi nerde ise suni kesim anlayışına paralel yol kat etmiştir.
5-İMAMET;
İmamlık (önde durma, önde olma) anlamındadır. Camii ve Namaz imamlığından ayrı olan bu kelime ile İslam Ümmeti'nin rehberliği, liderliği ve yöneticiliği kastedilmektedir. Tüm insanlığı doğru yola ulaştırmada öncülük edenlere ise İmam denir. İmamet kelimesi Kur'an-ı Kerim'de çok yerde geçmektedir. Enbiya Süresinin 72. ayetinde "Ve biz ona İshak'ı ve Yakub'u bir hediye olarak verdik ve hepsini salih insanlardan kıldık. Ve biz onları bizim emrimizle hidayet eden (doğru yola küfürlü içeriküren) imamlar kıldık. Onlara hayır işler yapmalarını, doğrudan namaz kılmalarını ve zekat vermelerini vahyettik ve onlar bize ibadet edenlerdi." buyrulmaktadır.
Peygamberler Nübüvvet (Peygamberlik) makamının yanında İmamet (İmamlık, Liderlik ve Yöneticilik)e de sahiptirler. Muhammed'in ahirete irtihalinden sonra ise onun Ehl-i Beyt'inden yani soyundan bazı kişiler bu makama gelmişlerdir.
6- VELAYET;
Dost edinmek, yardım etmek, sulta, yetki, işi alıp yürütmek.
İslâm hukukunda velâyet, reşid bir kişinin şahsî ve malî işlerini gözetip yürütme konusunda çocuk, akıl hastası gibi ehliyet yetersizliği içindeki kişilerin yerini tutmasıdır. "... üzerine hak bulunan kimse sefih, zayıf akıllı olur veya bizzat yazmaya muktedir olamazsa velisi adalet üzere yazsın" (el-Bakara, 2 ve 282) âyetinde veli kelimesi bu anlamda kullanılmıştır. Tasavvufta velâyet, mutasavvıfın Allah'ı, Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi. Allah'ı dost edinmesi, yalnız O'na kulluk etmesi ve boyun eğmesi; Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi ise, tüm işlerini yönetmesidir. Velâyet kavramı, egemenlik ve yöneticilik anlamındaki velâyet kelimesi ile de ifade edilir. Tüm mutasavvıflar, velâyetin tasavvufun özünü oluşturduğunu sözbirliği içindedirler. Ancak kavram tasavvuf tarihi boyunca farklı biçimlerde anlaşılmış, yorumlanmıştır.
Kur'ân'a göre velâyet, Allah'a inanmak, emir ve yasaklarına titiz biçimde uymak demektir. Bir âyette Allah velilerine korku olmadığı, onların üzülmeyecekleri bildirilir (Yunus, 10/62). İzleyen âyette de bu velâyetin tanımı yapılır: İnanmak ve muttaki olmak (Yunus, 63). Başka bir âyette de muttaki insanın nitelikleri açıklanır. Buna göre muttaki insan Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygambere inanan, sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere harcayan, namaz kılan, zekat veren, yaptığı anlaşmanın gereklerini yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden müminlerdir (Bakara, 2/177). Bu tanıma göre velâyet gerçek anlamdaki tüm mü'minlerin niteliğidir.
Mutasavvıflar, ilk zamanlarda Kur'ân-ı Kerım'de tanımladığı velâyete yakın bir anlayış içinde bulundukları halde, zamanla yeni yorumlara ulaştılar. Buna göre velâyet genel (velâyet-i amme) ve özel (velâyet-i hassa) olmak üzere ikiye ayrılır. Genel velâyet Kur'ân'ın tanımladığı velâyettir. Bu anlamda her Müslüman Allah'ın velisidir. Özel velâyet ise, özel yöntemlerle kendisini arındırarak keşif, ilham ve keramet sahibi olan mutasavvıflara özgüdür.
Bu anlamdaki velâyet, mutassavvafın beşeri niteliklerini yok ederek kendisini Allah'ın irade ve idaresine bırakmasını dile getirir. Ne var ki, tasavvufa felsefi düşünceyi sokan Muhammed bin Ali Hakim Tirmizî (ö. 898) ile birlikte yeni ve bütünüyle farklı bir velâyet anlayışı geliştirilmiş ve bu anlayış tüm mutasavvıflarca benimsenmiştir.
http://www.zohreanaforum.com/alevilik-be...post165824
İnanç esaslarından biri de, insanların irşat ve hidayeti için ilahi elçilerin gönderildiğine inanmaktır. İslam ümmeti olarak bizler, ilki Hz. Adem sonuncusu Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) olmak üzere, Allah Teala'nın yüz yirmi dört bin peygamber gönderdiğine inanmaktayız. Diğer beşeri topluluklar da peygamber inancından yoksun değillerdir. Elbette ki, her beşeri toplulukta bir veya birkaç ilahi elçi olagelmiştir. Burada ister istemez, niçin ilahi elçilerin gönderildiği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Acaba insan topluluğu kendi aklıyla yaşantısını sürdürmeye gücü yetmiyor muydu ki, Allah Teala onlara önder ve hidayetçi olarak elçi göndermek ihtiyacını hissetmiştir?
Nübüvvet inancını reddeden sadece Allah Teala'nın varlığını kabul etmeyen ateistler olmamıştır. Hatta evrenin hikmet ve ilim sahibi bir yaratıcısı olduğuna inananlardan da, insan aklının, dünya hayatının sürdürülmesinde yeterli olduğunu, dolayısıyla da peygamber gönderilmesine ihtiyaç olmadığını savunanlar olmuştur. O halde evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğunu ispatlamak, peygamber inancını peşinde getirmeye yeterli değildir. Dolayısıyla ilahi elçilerin gönderilmesini zorunlu kılan gerekçelerin neler olduğu konusunun başlı başına ele alınması gerekmektedir. İşte biz kitabımızın bu bölümünde özet niteliğinde bile olsa, bu gerekçelere işaret etmeyi zorunlu görüyoruz.
2-TEVHİT;
Birlik, birlemek anlamlarına gelir. Allah'ı uluhiyette birlemek demektir. Lailahe illallah cümlesinin açılımıdır.Allahtan başka ilahları inkar edip, ilah (yani ibadet edilen, emir ve yasaklarına uyulan, sevilen, korkulan, itaat edilen otorite) olarak yalnızca onu kabul etmek manasına gelir. İnsanı yeryüzündeki putlardan arındırıp, yalnızca Allaha itaat etmeye çağırır.
3-MEAD;
Yaratılan en kutsi varlık olan insanda hak tealanın olduğunu kabul ederek o insana secde etmektir.İnsan secde den kasıt;insana tabii yani köle olmak manasın da değildir.Yaratılandan ötürü yaratana secde etmek,on dan hak Teala nın mucizesini görmek demektir.
4-ADALET;
Hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur.Alevi toplumundaki hukuk sistemi hiçbir inanca benzemez,Dede olan kişinin cem de yaptığı yargılama sistemi,(her ne kadar günümüzde bu tarz bir yargılamaya,taliplerin ekonomik desteğinden yoksun kalacağını düşünerek hiçbir dede yapmasa da)katı ve kuralcıdır.
Örneğin;düşkünlük meselesi bir çok dede tarafından göz ardı edilmektedir.Bu konu da sözde dedelerce çıkar amaçlı olarak asimile edilmiştir.Malesef bu konunun göz ardı edilmesi alevi toplumu üzerinde zaman zaman ahlaki kuralları da değişikliğe uğratmış ele,dile bele sahip olma ilkesi nerde ise suni kesim anlayışına paralel yol kat etmiştir.
5-İMAMET;
İmamlık (önde durma, önde olma) anlamındadır. Camii ve Namaz imamlığından ayrı olan bu kelime ile İslam Ümmeti'nin rehberliği, liderliği ve yöneticiliği kastedilmektedir. Tüm insanlığı doğru yola ulaştırmada öncülük edenlere ise İmam denir. İmamet kelimesi Kur'an-ı Kerim'de çok yerde geçmektedir. Enbiya Süresinin 72. ayetinde "Ve biz ona İshak'ı ve Yakub'u bir hediye olarak verdik ve hepsini salih insanlardan kıldık. Ve biz onları bizim emrimizle hidayet eden (doğru yola küfürlü içeriküren) imamlar kıldık. Onlara hayır işler yapmalarını, doğrudan namaz kılmalarını ve zekat vermelerini vahyettik ve onlar bize ibadet edenlerdi." buyrulmaktadır.
Peygamberler Nübüvvet (Peygamberlik) makamının yanında İmamet (İmamlık, Liderlik ve Yöneticilik)e de sahiptirler. Muhammed'in ahirete irtihalinden sonra ise onun Ehl-i Beyt'inden yani soyundan bazı kişiler bu makama gelmişlerdir.
6- VELAYET;
Dost edinmek, yardım etmek, sulta, yetki, işi alıp yürütmek.
İslâm hukukunda velâyet, reşid bir kişinin şahsî ve malî işlerini gözetip yürütme konusunda çocuk, akıl hastası gibi ehliyet yetersizliği içindeki kişilerin yerini tutmasıdır. "... üzerine hak bulunan kimse sefih, zayıf akıllı olur veya bizzat yazmaya muktedir olamazsa velisi adalet üzere yazsın" (el-Bakara, 2 ve 282) âyetinde veli kelimesi bu anlamda kullanılmıştır. Tasavvufta velâyet, mutasavvıfın Allah'ı, Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi. Allah'ı dost edinmesi, yalnız O'na kulluk etmesi ve boyun eğmesi; Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi ise, tüm işlerini yönetmesidir. Velâyet kavramı, egemenlik ve yöneticilik anlamındaki velâyet kelimesi ile de ifade edilir. Tüm mutasavvıflar, velâyetin tasavvufun özünü oluşturduğunu sözbirliği içindedirler. Ancak kavram tasavvuf tarihi boyunca farklı biçimlerde anlaşılmış, yorumlanmıştır.
Kur'ân'a göre velâyet, Allah'a inanmak, emir ve yasaklarına titiz biçimde uymak demektir. Bir âyette Allah velilerine korku olmadığı, onların üzülmeyecekleri bildirilir (Yunus, 10/62). İzleyen âyette de bu velâyetin tanımı yapılır: İnanmak ve muttaki olmak (Yunus, 63). Başka bir âyette de muttaki insanın nitelikleri açıklanır. Buna göre muttaki insan Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygambere inanan, sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere harcayan, namaz kılan, zekat veren, yaptığı anlaşmanın gereklerini yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden müminlerdir (Bakara, 2/177). Bu tanıma göre velâyet gerçek anlamdaki tüm mü'minlerin niteliğidir.
Mutasavvıflar, ilk zamanlarda Kur'ân-ı Kerım'de tanımladığı velâyete yakın bir anlayış içinde bulundukları halde, zamanla yeni yorumlara ulaştılar. Buna göre velâyet genel (velâyet-i amme) ve özel (velâyet-i hassa) olmak üzere ikiye ayrılır. Genel velâyet Kur'ân'ın tanımladığı velâyettir. Bu anlamda her Müslüman Allah'ın velisidir. Özel velâyet ise, özel yöntemlerle kendisini arındırarak keşif, ilham ve keramet sahibi olan mutasavvıflara özgüdür.
Bu anlamdaki velâyet, mutassavvafın beşeri niteliklerini yok ederek kendisini Allah'ın irade ve idaresine bırakmasını dile getirir. Ne var ki, tasavvufa felsefi düşünceyi sokan Muhammed bin Ali Hakim Tirmizî (ö. 898) ile birlikte yeni ve bütünüyle farklı bir velâyet anlayışı geliştirilmiş ve bu anlayış tüm mutasavvıflarca benimsenmiştir.
http://www.zohreanaforum.com/alevilik-be...post165824