07-08-2018, 01:41 AM
LOKMAN I PERENDE NİN HACI BEKTAŞ I VELİ
Hacı demesi
Sultan İbrahim-al-Sani, Hacı Bektaş’ı tahsil ettirmek istedi, bilgin bir adam aradı. Bu şehirde dediler, bilgin, üstün, keramet sahibi bir adam vardır; türkistan’ın doksandokuzbin pirinin piri Hace Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir; adına Şeyh Lokman-ı Perende derler; Bektaş’a, ancak o, hocalık edebilir, onu hoca tayin ederseniz en doğru iştir bu. Sultan İbrahim, Bektaş-ı Horasani’ye Şeyh Lokman-ı Perende’yi hoca tayin etti. Şeyh Lokman, Hacı Bektaş’a, bilginin evveline ait söz söylerken Hacı Bektaş, sonundan haber vermedeydi.
Bir gün, Lokman-ı Perende, mektebe gelince gördü ki iki er gelmiş, biri, Bektaş’ın sağında oturmada, öbürü solunda; ona Kur’an öğretiyorlar, mektep, yüzlerinin nuruyla nurlanmış. Lokman, içeriye girer girmez bunlar, kayboluverdiler. Lokman, bu hale şaşırıp kaldı; kendi kendine acaba bunlar kimdir diyordu. Hacı Bektaş, mübarek ağzını açıp hoca dedi, biliyor musun, o iki nurlu zat kimler? Lokman, ama dedi, bildir, kimlerdir? Bektaş, sağımda oturan iki cihan güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan, Tanrı aslanı, inananların Emiri Murtaza Ali. Biri, gelip zahir bilgisinden, öbürü batın bilgisinden bahsederler. Kur’an’ı belletirler bana. Lokman-ı Perende, Bektaş’ın bu sözlerini duyunca pek sevindi, gidip babası Sultan İbrahim’e anlattı. Sultan İbrahim, işitince neşelendi, Tanrıya şükürler etti.
§ Lokman-ı Perende, Türkistan’ın, doksandokuz bin pirlerinin piri Sultan Hace Ahmed Yesevi’nin halifesiydi, perendelik hizmetini, ona, Muhammed-i Hanefi oğlu Ahmed Yesevi vermişti.
Lokman-ı Perende, bir zaman, cezbeye tutulmuştu, dağlarda gezerdi. İmam Cafer-al-Sadık, hırkasını, Bayezid-i Bıstami’ye vermiş, Lokman’a göndermişti. Bayezid, araya araya onu, bir dağ başında buldu, hırkayı verdi, imam’ın selamını söyledi ve hırkayı, Lokman’a giydirdi. Lokman, Cezbelendi, kalkıp namaza başladı, bir rik’at namazı, tamam ondört yılda kıldı; Bayezid de öndört yıl, ayakta durdu. Lokman’ın ikinci rik’ate kalktığını görünce dayanamadı, yürüyüp gitti, imam Cafer’e vardı, Lokman’ın halini anlattı. İmam, Lokman, ikinci rik’atı kılıp bitirinceye dek dursaydın dedi, sende nasibini tam alırdın.
§ Lokman-ı Perende, birgün Bektaş’a bilgi öğretirken Bektaş’a dedi, dışarıya çık, bir ibrik su getir, abdest alayım. Bektaş, hocam dedi, bir nazar etseniz de mektebin içinde bir su çıkıp aksa, bizde dışardan su getirmeye muhtaç olmasak. Lokman, bizim buna gücümüz yetmez dedi. Bektaş, el kaldırıp dua etti, Lokman-ı Perende amin dedi. Bektaş, elini yüzüne sürüp secdeye kapandı. Hemen mektebin ortasından güzelim bir pınar çıktı, kapıya doğru akmaya başladı. Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş’ın bu kerametini görünce sevinçle ya Hünkar dedi. Bu suretle Bektaş-i Veli’nin adı Bektaş Hünkar kaldı. Bektaş, secdeden kalkınca, gördü ki mektebin ortasından güzelim bir pınar çoşup akmada pınarın başında da susamlar bitmiş, latif çiçekler açmış. Bunu görünce tekrar secdeye vardı. Hünkar’ın kerametini Sultan İbrahim-al-Sani’ye haber verdiler. O da neşelendi. Tanrıya binlerce şükürler etti.
§ Lokman-ı Perende, hacca gitmişti. Tevaf etti, hac törenlerini yerine getirdi, Arafat’a çıkıp vakfeye durdu, yanındaki arkadaşlarına, bugün arife günü, şimdi bizim evimizde bişi pişirirler dedi. Lokman’ın sözü, Hünkar’a malüm oldu. Evde de gerçekten bişi pişirmedeydiler. Lokman’ın karısına, bir tepsiye bir kaç bişi koyun da verin bana dedi. Bir tepsiye bir kaş bişi koydular, Hünkar’a verdiler. Hünkar, tepsiyi aldı, göz yumup açıncayadek Şeyh Lokman’ı Perende’ye küfürlü içerikürüp sundu. Şeyh Lokman, bunu görünce hikmetini anladı. Arkadaşlarıyla bişiyi yedi, tepsiyi gizledi. Hac törenini bitirip Hicaz’dan döndü. Horasan’a yakın gelince bütün Nişabur halkı, Lokma-ı Perende’ye karşı çıktılar, haccın kutlu olsun dediler, mübarek elini öptüler. Lokman, Hacı dedi, Bektaş’dır, gidip Bektaş’ın elini öptü, kerametlerini bir bir haber verdi. Halk da bunu duyunca Bektaş’a baş eğdi, böylece adı, Hünkar Hacı Bektaş-al-Horasani oldu.
Kaynak: Vilayetname
Hacı demesi
Sultan İbrahim-al-Sani, Hacı Bektaş’ı tahsil ettirmek istedi, bilgin bir adam aradı. Bu şehirde dediler, bilgin, üstün, keramet sahibi bir adam vardır; türkistan’ın doksandokuzbin pirinin piri Hace Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir; adına Şeyh Lokman-ı Perende derler; Bektaş’a, ancak o, hocalık edebilir, onu hoca tayin ederseniz en doğru iştir bu. Sultan İbrahim, Bektaş-ı Horasani’ye Şeyh Lokman-ı Perende’yi hoca tayin etti. Şeyh Lokman, Hacı Bektaş’a, bilginin evveline ait söz söylerken Hacı Bektaş, sonundan haber vermedeydi.
Bir gün, Lokman-ı Perende, mektebe gelince gördü ki iki er gelmiş, biri, Bektaş’ın sağında oturmada, öbürü solunda; ona Kur’an öğretiyorlar, mektep, yüzlerinin nuruyla nurlanmış. Lokman, içeriye girer girmez bunlar, kayboluverdiler. Lokman, bu hale şaşırıp kaldı; kendi kendine acaba bunlar kimdir diyordu. Hacı Bektaş, mübarek ağzını açıp hoca dedi, biliyor musun, o iki nurlu zat kimler? Lokman, ama dedi, bildir, kimlerdir? Bektaş, sağımda oturan iki cihan güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan, Tanrı aslanı, inananların Emiri Murtaza Ali. Biri, gelip zahir bilgisinden, öbürü batın bilgisinden bahsederler. Kur’an’ı belletirler bana. Lokman-ı Perende, Bektaş’ın bu sözlerini duyunca pek sevindi, gidip babası Sultan İbrahim’e anlattı. Sultan İbrahim, işitince neşelendi, Tanrıya şükürler etti.
§ Lokman-ı Perende, Türkistan’ın, doksandokuz bin pirlerinin piri Sultan Hace Ahmed Yesevi’nin halifesiydi, perendelik hizmetini, ona, Muhammed-i Hanefi oğlu Ahmed Yesevi vermişti.
Lokman-ı Perende, bir zaman, cezbeye tutulmuştu, dağlarda gezerdi. İmam Cafer-al-Sadık, hırkasını, Bayezid-i Bıstami’ye vermiş, Lokman’a göndermişti. Bayezid, araya araya onu, bir dağ başında buldu, hırkayı verdi, imam’ın selamını söyledi ve hırkayı, Lokman’a giydirdi. Lokman, Cezbelendi, kalkıp namaza başladı, bir rik’at namazı, tamam ondört yılda kıldı; Bayezid de öndört yıl, ayakta durdu. Lokman’ın ikinci rik’ate kalktığını görünce dayanamadı, yürüyüp gitti, imam Cafer’e vardı, Lokman’ın halini anlattı. İmam, Lokman, ikinci rik’atı kılıp bitirinceye dek dursaydın dedi, sende nasibini tam alırdın.
§ Lokman-ı Perende, birgün Bektaş’a bilgi öğretirken Bektaş’a dedi, dışarıya çık, bir ibrik su getir, abdest alayım. Bektaş, hocam dedi, bir nazar etseniz de mektebin içinde bir su çıkıp aksa, bizde dışardan su getirmeye muhtaç olmasak. Lokman, bizim buna gücümüz yetmez dedi. Bektaş, el kaldırıp dua etti, Lokman-ı Perende amin dedi. Bektaş, elini yüzüne sürüp secdeye kapandı. Hemen mektebin ortasından güzelim bir pınar çıktı, kapıya doğru akmaya başladı. Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş’ın bu kerametini görünce sevinçle ya Hünkar dedi. Bu suretle Bektaş-i Veli’nin adı Bektaş Hünkar kaldı. Bektaş, secdeden kalkınca, gördü ki mektebin ortasından güzelim bir pınar çoşup akmada pınarın başında da susamlar bitmiş, latif çiçekler açmış. Bunu görünce tekrar secdeye vardı. Hünkar’ın kerametini Sultan İbrahim-al-Sani’ye haber verdiler. O da neşelendi. Tanrıya binlerce şükürler etti.
§ Lokman-ı Perende, hacca gitmişti. Tevaf etti, hac törenlerini yerine getirdi, Arafat’a çıkıp vakfeye durdu, yanındaki arkadaşlarına, bugün arife günü, şimdi bizim evimizde bişi pişirirler dedi. Lokman’ın sözü, Hünkar’a malüm oldu. Evde de gerçekten bişi pişirmedeydiler. Lokman’ın karısına, bir tepsiye bir kaç bişi koyun da verin bana dedi. Bir tepsiye bir kaş bişi koydular, Hünkar’a verdiler. Hünkar, tepsiyi aldı, göz yumup açıncayadek Şeyh Lokman’ı Perende’ye küfürlü içerikürüp sundu. Şeyh Lokman, bunu görünce hikmetini anladı. Arkadaşlarıyla bişiyi yedi, tepsiyi gizledi. Hac törenini bitirip Hicaz’dan döndü. Horasan’a yakın gelince bütün Nişabur halkı, Lokma-ı Perende’ye karşı çıktılar, haccın kutlu olsun dediler, mübarek elini öptüler. Lokman, Hacı dedi, Bektaş’dır, gidip Bektaş’ın elini öptü, kerametlerini bir bir haber verdi. Halk da bunu duyunca Bektaş’a baş eğdi, böylece adı, Hünkar Hacı Bektaş-al-Horasani oldu.
Kaynak: Vilayetname