Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Atatürk Rıza Şah'ı İslam devrimine karşı nasıl uyarmıştı
#1

Sonuna kadar sabırla okuyun lütfen. İran'daki "devrim" in Türkiye'de de nasıl uygulandığını göreceksiniz !

Bahman Nirumand İranlı bir akademisyen. İran’da 34 yıldır egemen olan rejimin muhaliflerinden . Şah’ın devrilmesi kesinleşince sürgünde bulunduğu Almanya’dan İran’a dönen Nirumand, hesapta olmayan Humeyni darbesini bizzat yaşamış, gözlemlemiş birisi. Mollaların iktidara geliş öyküsünü anlattığı ‘İran – Soluyor Çiçekler – Parmaklıklar Ardında’ adlı kitabında bu gözlemlerine yer veriyor.

Kitapta anlatılan birçok şey insanın irkilmesine neden olabiliyor. Adım adım yaşananlar ise zaman zaman tanıdık geliyor. Ne demek istediğimi kitaptan örnekler vererek anlatmak istiyorum:

Şahın reformlarına karşı çıkan ve o zamanın gazete haberlerine göre 2000 kişinin ölümüyle sonuçlanan 1963 isyanı, karşıdevrimcidi r. Daha o zaman farkındaydık biz bunun. Ama 78/79 devriminde yineleyeceğimiz bir yanlışlığa düştük. Ama amacımız, hangi yolla olursa olsun Şah rejiminin yıpratılıp yıkılmasıydı, ardından ne geleceğini düşünmüyorduk. Bu yüzden, daha sonraki yıllarda, 63 ayaklanmalarını İran’daki kurtuluş hareketinin zirvesi olarak gördük. Ve Humeyni, Gom ve Tebriz’deki olaylardan sonra bu hareketin başına geçip devrimin önderliğini üstlenince sesimizi çıkartmadık. Hangi renkten olursa olsun tüm sol kanat, tüm demokratlar, liberaller ve ulusçular Humeyni’yi desteklediler. Hepimiz, en sonunda Şah’a karşı en etkili yolu bulduğumuz görüşünde birleşiyorduk. (Askeri vesayet adını taktıkları antidemokratik idare şeklinden kurutulup demokrasiye geçiş yapmayı hedefleyen bizimkiler geldi aklıma nedense.

HUMEYNİ’NİN AMACI BİR TEK ŞAH’I DEVİRMEK DEĞİLDİ

Biz solcular, en çok Humeyni’nin boyun eğmez radikal tutumunu beğeniyorduk. Ne hatırı sayılır din adamları, ne de ünlü politikacılar arasında hiç kimse o zamana kadar Şah rejiminin yıkılmasını isteyecek yürekliliği gösterememişti.

Humeyni’nin amacı, bir tek Şah’ı devirmek değildi. İktidarı eline geçirip milyonlarca halkı tek başına yönetmek istiyordu. Ama başlangıçta asıl amacını gizledi. Gözü iktidar hırsıyla dönmüş olmasına karşın, taktik gereği bunu hiç belli etmedi. Belli etseydi, hiç kimse yüzüne bile bakmazdı.

Harikalar harikası evliyaya saygılarını sunmak üzere solcular bile Paris’e gittiler. (Humeyni İran İslam Devrimi öncesi Paris’te sürgündedir. GC.) Ayetullah’ın kararlılığı, demir gibi iradesi, amacından şaşmaması, Şah’ı oltanın ucundaki bir balık gibi oynatması, herkesi hayran bırakıyordu. Şah’ı devirdikten sonra yapacakları ve gelecek hakkındaki planları, tüm kötümserlerin ve kuşkuluların çanına ot tıkıyordu. (Hadi ama… Hiç de benzemiyor. Baksanıza, bahsedilen liberaller ve solcular, ziyarete nereye gidiyormuş? Paris’e… Yani Humeyni Fransa’da, ABD’de değil.)

Söz ve düşünce özgürlüğü, insanların temel haklarından biridir, diyordu. Hiçbir nedenle bu kısıtlanamaz. Her vatandaş, kendi kaderini kendi çizmeli, diyordu. ‘Vatana ihanet edenlerin’ dışında tüm politik partilere ve örgütlere her serbestiyi tanıyacağına söz veriyordu. Halkı ezen tüm devlet kuruluşlarını kaldıracağını söylüyordu. Radyo ve televizyon halkın malıdır, diyordu. Hükümet bunları denetleyemeyece kti. Sansürü tümüyle kaldıracağına söz veriyordu. Gelecekte İran’da herkes istediğini yazıp okuyabilecekti. İnanç özgürlüğünden söz ediyordu Şii molla.

On beş yıl önce, kadınlara oy hakkı verdiği için Şah’a karşı çıkan Ayetullah, geleceğin İran Cumhuriyeti’nde kadınların başbakan bile olabileceklerin i herkesin önünde söylüyordu. Kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikleri kaldıracağına söz veriyordu.

1978 Kasım’ını sonuna kadar böyle bir tehlikenin (Mollaların diktatörlük kuracağına dair. GC) belirtisi bile yoktu. Aralık ayında itibaren mollalar devrimi kendi yönlerine çekmeye başladılar. Örneğin, yürüyüşlerde ve grevlerde başkalarına söz hakkı tanımamaya, solcuların ve liberallerin sloganlarını, yaftalarını yasaklamaya başladılar. Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık sözlerinin yerini gitgide Kuran sureleri ve dini sloganlar almaya başladı. İslamiyet ön plana geçti. (Başta AB’ye girme hayali kurup, sonradan çalıştığı gazete ve televizyonlarda ki işlerinden kovulanlar başta olmak üzere tüm liberallerimize selam olsun.)

BURJUVAZİ-LİBERALLER BİLE AĞIZLARINI AÇIP BİR TEK SÖZ SÖYLEMEDİLER

Linç olaylarına ve geçici İslam mahkemelerine hiçbir tepki gösteremememiz, ne kadar dar bir dünya görüşüne sahip olduğumuzu kanıtlıyor. Diğer ülkelerdeki örneklerinden, geçici diye kurulan tüm mahkemelerin zamanla kurumlaştırılıp iktidarın bir baskı aracı haline geldiklerini biliyorduk, ama yine de sesimizi çıkaramıyorduk. Burjuvazi-liberaller bile ağızlarını açıp bir tek söz söylemediler. (Okurlardan biri, ‘Özel yetkili mahkemelere benziyor’ mu dedi?)

Mollaların iktidar tekeline, bir tek serbest basın karşı çıkıyor, dolayısıyla ortadan kaldırılması gerek. Ama o kadar da kolay değil bu. Halkın direnişi daha tam kırılmamış. Dikkatli olmak, iki adım ileriye atarken, bir adım da geriye atmak gerekiyor. Mollaların taktiği, bir iki adım ileri, bir iki adım geri atıp hız almak, ardından da bu hızla düşmanın üzerine çullanmak. Ne zaman geriye çekilmek zorunda kalsalar, halkın dikkatini başka yöne çekmek için ortaya bir umacı masalı çıkartıyorlar.

Tüm kentlerde Amerika aleyhtarı yürüyüşler, mitingler düzenleniyor. Her yere Carter’ın karikatürleri asılıyor. Bir karikatürün altında, ‘Halkımızın ve dinimizin düşmanı Carter gebersin’ yazısı okunuyor. (Sahi bu gibi durumlarda bizim sanal düşman kimdi? Pardon, İsrail’di değil mi?) Aynı anda ülkenin İslamlaştırılma sı da hızlandırılıyor . Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, tüm özel okullara, kızlarla erkeklerin ayrı sınıflarda ders göreceğini bildiriyor.

Toplumun İslamlaştırılma sı yönündeki başka bir adım da, kızların evlenme yaşının on sekizden ön üçe indirilmesi. Her iki kararın ardında aynı amaç yatıyor. Mollalara göre, kızların okula gidip bir meslek öğrenmeleri ve dışarıda çalışmaları gereksiz. Kızların, bir an önce evlenip çocuk doğurmaları ve kocalarına kölelik yapmaları isteniyor. (Onların hedefi kaç çocuk acaba? Üç mü, beş mi?)

Bir de ABD büyükelçiliğini n işgal edilmesi olayı var. ABD’nin Şah’ı kendilerine teslim etmemesi üzerine sinirlenen molla rejiminin kışkırtması ile büyükelçilik işgal edilir. Sonrasını şöyle anlatıyor Nirumand:

Elçiliği işgal edenler, Amerika’nın İran’daki etkinlikleri ve ajanları, aracıları üzerine çok sayıda gizli belge bulduklarını açıklıyorlar. Bu belgelerin yardımıyla her politikacı, gazeteci, yazar ve benzeri ünlü kişiler karalanıp saf dışı edilebilir. Bu ‘öğrenciler’ her akşam televizyona çıkıp seyircilere buldukları malzemeleri gösteriyorlar. Birer insan avcısı gibiler, yandı önlerine çıkan. Milyonlarca seyirci, bir dizi polisiye filmi gibi olanları izliyor. Her tanınmış politikacı, yarın akşam sıranın ona geleceği korkusunda. Gündüzleri, akşam kimin adının okunacağı üzerine bahse giriliyor.

Öğrencilerin verdikleri bilgilerin doğru olup olmadığını kimse bilmiyor, çünkü onlardan ve birkaç molladan başka dosyaları kimse göremiyor. İsimlerin ve işledikleri suçların açıklanması, önceden hazırlanmış bir plana göre yapılıyor. Mollaların dümen suyunda giden politikacıların endişe etmeleri yersiz. Ama mollaları eleştirmiş olanlar, her an kendilerini darağacında bulabilirler. (Aranızda Ergenekon davasına benzetenler oldu sanırım. Şimdi alttaki paragrafa bakıp da, al işte Balyoz davası derseniz, iyi niyetinizden kuşku duyarım ama artık.)

Tüm ülke kaynıyor. Üstelik bir de, bir darbe planı ortaya çıkıyor. Planı, bazı subaylar yurtdışındaki Şah devri generallerinin yardımıyla hazırlamışlar. Şah’ın son başbakanı Bahtiyar’ın da bu işte parmağı olduğu anlaşılıyor. Üç yüz subay tutuklanıyor.

Kitabın sonunda kendisi ile yapılan bir röportaja yer verilen Nirumand şu saptamalarda bulunuyor:

İlk kurulan kabine, başta Bazargan olmak üzere tümüyle ılımlılarla doluydu. Bazargan ve Sancabi, Musaddık’ın kabinesinde görev almış politikacılardı . İlk hükümette hiç din adamı yoktu. Ama Bazargan’ın liberal-burjuvazi hükümeti Şah devrinin düzenini, orasını burasını yamayarak ayakta tutmaya çalışırken mollalar perde arkasından İslam devletini kurma çalışmalarına başladılar, var olan devlet kuruluşlarının ileride yerini devrim komiteleri, ordu yerine devrim muhafızları, adalet organları yerine devrim mahkemeleri gibi. Yavaş yavaş, hiç kimsenin haberi olmadan, bu örgütler devlet kuruluşlarının yerini aldı.

Şah halkın siyasal bilinçlenmesini baskı yoluyla engellemişti. Ama İslam’ı yasaklayamazdı elbette. Tam tersine, kendini bir ermiş gibi göstermek kaygısındaydı. Bir kez attan düştüğünde, Hz. Ali’nin gelip onu ayağa kaldırdığını anlatacak kadar ileri gidiyordu bu konuda. (Yıllardır dini politikaya alet eden sığ politikacılarım ızın davranışlarına ne kadar da benziyor.) Mollalar serbest çalışabiliyordu yani. (Bizim cemaat ve tarikatların sivil toplum örgütü olarak kabul görmesine çalışanlar okusun bundan sonrasını.) Humeyni’nin kasetleriyle İslam hareketi canlanınca mollaların ne kadar iyi örgütlenmiş oldukları gün ışığına çıktı. Yüz binin üzerinde molla, ülkenin dört bucağına dağıldı ve birkaç ay içinde halkı yanına çekip örgütlerini bir siyasal parti niteliğine büründürdü. Her molla bir ajitatör, her cami bir toplantı salonu, her iman sahibi bir parti üyesiydi sanki. Humeyni zenginlere atıp tuttu, fakirlere ev, iş, parasız su ve elektrik vaat etti. Şah’ın ‘beyaz devrimiyle’ toprağını yitirmiş ve kentlere göç etmiş olan gecekondu halkı, böyle vaatlere ve ideolojik aşılanmalara çabuk kanar. Biz solcuların ‘kitleler’ dediği bu insanlar, kendilerine böyle şeyler vaat eden her karizmatik önderin ardından gitmeye hazırdır.

Türkiye ile ilgili görüşleri sorulduğunda ise, 1987 yılında yapılmış olan söyleşide düşüncelerini şu sözler ile açıklıyor:

On yıl önce bana, İran’da İslam devrimi olur mu, diye sorsaydınız basardım kahkahayı. Türkiye’de çoğunluğun Sünni olmasının hiç önemi yok. İslam fundamentalizmi Sünniler arasında da yaygın. Laiklik ilkesine gelince, kitleler bir ideoloji uğruna gözünü bile kırpmadan bu ilkeden vazgeçebilirler . Şu anda Humeyni gibi bir önder olmaması da hiç sorun değil. Zamanı gelince, kitleler hazır olunca bir gecede bulunur böyle biri.

TÜRK POLİTİKACILAR BİLE SENİ ANLAYAMADI Kİ ATAM

Tüm içki satan mağazaların kapatılması, başörtüsüz sokağa çıkan kadınların cezalandırılmas ı, radyo ve televizyon yayınlarına sansür getirilmesi vs ile bugünlere geldi İran. Ana hatları ile komşuda yaşananlar bu şekilde gerçekleşmiş. Oysa Ulu Önder Atatürk yıllar öncesinde ziyarete gelen İran Şah’ı Rıza’yı şu sözleri ile uyarıyor:

Rıza Şah: Biraderim! Yarın memlekete dönüyorum. Ziyaretim çok yararlı oldu. Burada gördüğüm yeniliklerin çoğunu orada uygulayacağım.

Atatürk: Çok memnun oldum. Kardeşiz. Komşuyuz. Birbirimize benzersek iyi olur. Yalnız din adamlarına, yani sizin ahundlarınıza (Şii imamlarınıza) nasıl davranacaksınız ?

Rıza Şah: Onlara dokunmayacağım. Bu konuda bir şey yapmayacağım. Onlar beni destekliyor. İyi geçiniyoruz.

Atatürk: Unutmayın ki toplumda köklü değişiklikler yapmak isteyen her lider, yobazlarla meydan muharebesi vermeye ve bunu kazanmaya mecburdur. Öyle yapılmazsa, on, yirmi, belki elli yıl sonra din namına hareket ettiğini iddia eden biri çıkar. Her şeyi alt üst eder.*

Sen her zaman ki ileri görüşlülüğünle uyardın ancak bırakın İran Şahı’nı, ne yazık ki senden sonra gelen Türk politikacılar bile seni anlayamadı ki Atam.

* İhsan Sabri Çağlayangil, Çağlayangil’in Anıları, Bilgi Yayınevi, s.312’den aktaran Vural Savaş, Devrimci Hukuk, Bilgi Yayınevi, s.67

Gökhan Cebeci

Odatv.com

Alevi forum,alevi köyleri,alevi türküleri,alevi ünlüler,alevi sözleri,alevilik nedir,alevi nedir
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi